Perşembe, Temmuz 23, 2009

error

"uykusu geldi ya ondan ağlıyor"
bu ne şimdi?
uykun varsa uyu neden ağlıyorsun ki?
bebekleri anlayamıyorum.
kuşak çatışması sanırım.

Pazar, Haziran 21, 2009

havada bulut yok

bloğu vasıtasıyla tanıdığı birine ne kadar üzülebilir bir insan?
üzülür mü, çok mu üzülür?
ölüm ne kadar gerçek,
ne kadar nefes nefese bekliyor yanıbaşımızda.
o da gitti.
ve bir kez daha anladım ki bu dünyadan hiç birimiz sağ çıkamayacağız.
bunu bile bile böyle yaşamamalı;
kurtuluşun bir yolu olmalı...

Çarşamba, Mayıs 13, 2009

Salı, Nisan 14, 2009

kültürcan

uzun süredir aklımdaydı,
yanıp yanıp sönüyordu Pelin Batu ışığı.
otursam da bir şeyler yazsam diyordum.
kendisini çok tanıyor değilim.
önyargı olmasından endişe ediyordum.
ama sonra dedim ki kendime
velev ki öyle olsun, eğer ben yanlış algılıyorsam bu bağğyanın imajını
belki okur burayı da bakar hal çaresine.
belki mi dedim,ah tabi ki okuyordur.
tam da röportajlarının ve görünen "imaj"ının bende uyandırdığı intibayı anlatacakken bugün bunu gördüm.
şen oldum.

Pazartesi, Nisan 13, 2009

bir ihtimal daha var..

"YÖK, öğretim üyesi sıkıntısı çeken Anadolu’daki tıp fakültelerine büyük şehirlerdeki tıp fakültelerinden öğretim üyesi gönderecekmiş. Tabii öğretim üyeleri bu uygulamaya itiraz etmişler.

Batılı öğretim üyeleri ile bizimkiler arasındaki en büyük farklardan biri de mobilitedir. Batılı akademisyenler sürekli olarak daha iyi fırsatlar buldukları okullara doğru hareket ederler. Bizimkiler ise, yerlerinden asla kıpırdamaz. Asistan, hatta öğrenci olarak girdikleri okuldan profesör olarak çıkarlar.
Batıda da herkes iyi okullarda çalışmak ister. Talep fazla olunca iyi okullarda çalışmanın bedeli de yükselir. Bu okullarda kadrolar herkese açıktır ve başvuranlar içinde en iyileri alırlar. Bizde ise bir fakültedeki kadrolar dışarıdan gelenlere açık değildir. Göstermelik ilanlar verilir. Başvuranlar arasında daha iyisi olsa bile, başka okuldan gelenin açık kadroyu alma ihtimali sıfıra yakındır.
Batıda hocalar mesleklerine yatırım yapar ve kendini sürekli geliştirmeye çalışır. Çünkü, yükselmesi, daha iyi bir iş bulabilmesi mesleki performansına bağlıdır. Biz de ise hoca mesleğine değil, ilişkilere yatırım yapar. Çünkü okulunda kendisine kadro verilebilmesi okulundaki diğer hocalarla, özellikle üstleriyle iyi ilişkiler kurabilmesine bağlıdır.
Ben de YÖK’ün davranışını yanlış bulanlardanım. Emirle Anadolu’ya gönderilen hocadan hayır gelmez. Adam belki gönderildiği yere gider, iki gün okulda ‘takılır’, üçüncü gün kaçmanın yolunu arar. Yapılması gereken öğretim üyeliği sistemini rekabete açmaktır. Rekabet artınca talep gören üniversitelerde öğretim üyesi olmanın çıtası yükselecektir. Çıtayı aşamayanlar ya meslekten çekilecek ya da daha az talep edilen ve çıtası daha düşük yerleri tercih etmek zorunda kalırlar. Böylelikle hem boş kadrolu okul kalmaz hem de öğretim üyelerinin kalitesi yükselir."

m. çokgezen

Perşembe, Nisan 09, 2009

hayat memat

bir yaş daha artırdım kendimi.
İstanbul'da görmediğim bir çok güzellik olduğunu farkettim,
bir de elden ayaktan düşmeden daha sakin bir yere yerleşmenin gerekliliğini.
bu karmaşa şimdi yoruyorsa bizi sonra neler yapmaz ki!
bu sefer tersi olsun: biz büyüyelim ve durulsun dünya.

Salı, Mart 24, 2009

işimiz gücümüz israf

işimiz hizmet, gücümüz millet.
gazetede bu haberi okuduktan sonra öğrendim ki slogan ak partiye aitmiş.
bilmiyordum.
keza diğer partiler de öyle,bilmiyorum.
halbuki günlerdir dört yanımız afişlerle kuşatılmış durumda.
ya ben ilgisiz ve dikkatsizim ya da sağa sola bayraklar,afişler asmak pek işe yaramıyor.
bir iletişim problemimiz var.

Pazartesi, Mart 16, 2009

alkışlarla yaşa

...

Baharı bekleyen kumrular gibi,
sen de beni bekle sakın unutma.
ellerim havada,gözlerim yoldaaaa,
bir tanrı'yı bir de beniii sakın unutma

...


sadece bana öyle gelmiyordur değil mi?
yani metin akpınar'ın sesinin bu kadar içli oluşu.
bir albüm çıkarmalı.
evet,bir bu eksikti.
albüm çıkarmazsa siyasete atılsın.
nasılsa erken seçime gidilecek!!!
geçen gün katıldığı programın sonuna doğru siyasete katılmak konusundaki düşüncelerini,
"29 Mart seçimi olsun bi, ardından erken seçime gidilecek anlaşılan" gibi bir cümle ile ifade etti,evet bunun gibi bir şeydi.
hala seviyorum kendisini,albüm yapsın.

Perşembe, Mart 05, 2009

pehhh

adına simit sarayi denen mekanlardan birinde küçük çaya,küçücük çaya 1,5 lira ödedim.
bir daha simit sarayina gitmem.
ismini unuttum, bir yerde de küçük pet şişe su 2 liraydi.
ordan bakınca nasıl görünüyoruz bilmem ki!

Çarşamba, Mart 04, 2009

sevgili istanbullular

seçim dönemlerinin en sevdiğim eğlencelerinden biri de partilere, adaylara atfedilen eşsiz şarkılardır.
ben seviyorum.
geçen otobüslerden yükselen bağırtılara ancak böyle tahammül edebiliyorum;
şarkılarda geçen cümleleri anlamaya çalışarak.
hepsi bir birinden âlâ.
satırlarıma dönemin popüler şarkılarından biriyle son vermek istiyorum.

"..geliyor kılıçdar kılıçdaroğlu,
hem temiz hem dürüst bir insanoğlu."

Cumartesi, Şubat 28, 2009

benim kahraman babam!

...

Çocukken, gençken ne zaman bir yerlere gidecek olsam üzülür, benimle ağlayarak vedalaşırdı. Babam gözleri çabuk buğulanan, merhametli bir insandı. Ben de pek kolay ağlıyorsam bu babamdandır. O, bu ülkenin, cömert ruhuyla çatlakları sıvayan gönül adamlarından birisiydi. Bu ülkenin gizli kahramanlarından, millet ruhunu ayakta tutan isimsiz neferlerden birisiydi.

...

Babalarımızın ölümü biraz da bizim ölümümüzdür. Hayat şu an bana çok boş ve beyhude görünüyor. Hırslar, kızgınlıklar, öfkeler. Anne ve babalarımızı el üstünde tutmamız gerek. Şu an her şeyimi babamla geçirilecek fazladan bir zaman için bağışlayabilirdim. Demek ki maddi olan manevi olanı satın alamıyor. Demek ki hayatın özünü maddi olanla değiş tokuş edilemeyen değerler oluşturuyor.

...

Kendime bakıyorum. Kendi içime eğilerek yüreğimde uğuldayan sesleri dinliyorum. Ölüm bana ilk defa bu kadar sokuluyor. Neşenin, uçarılığın, bitmek bilmez sandığımız o gülümsemenin uçup gidişini seyrediyorum. Hayatlarımızın bu dünyada yapıştırma gibi durduğunu, insanın faniliği kitaplardan değil ancak ölümle selamlaşarak hissedebileceğini anlıyorum. Dünyanın gelip geçiciliğini yakın bir bilgiyle bilmemiz, sadece canımız çok acıdığında oluyor.

Hayatın ele avuca gelmez bir şey olduğunu, insanın ölüm yönelimli bir varlık olarak çok çaresiz ve aciz olduğunu hissediyorum. Kadere karşı konulamıyor. Kader tecelli edecek olduğunda, gören gözler görmez oluyor. İnsanın hayatın akışını kontrol edebileceğini sanması, büyük bir safdillik.

Hayat uzun bir yolculukta bir ağacın altında verilen kısa bir mola gibi. Kervan yürüyor. İnsan acıyla olgunlaşıyor. Varlığın bilgisinin künhüne böyle varıyoruz. Daha büyük, aşkın bir varoluşun parçası olduğumuz hissini, sadece ölümü tecrübe ederek tadabiliyoruz. Sadece ölüm, bu dünyada sonsuza dek var olacağımız yanılsamasını yerle bir ediyor. Onun bilgisi, ağacın altında kayıtsız bir serinlik içinde var olmaya devam edemeyeceğimizi bize fısıldıyor. Asıl yurdumuz burası değil. Bin yıllardan beri bütün ruhların aktığı yöne doğru akıp duruyoruz.

Sadece insan, öleceğini biliyor, sadece insan kendi ölümünü bekliyor. Ölümle yüzleşmek bize hayatın anlamını sağlıyor. Ölümün farkında olmamladır ki hayat ve varlık, gerçek ve mutlak bir hüviyet kazanıyor.

...

Yüreğin türlü halleri var. Haftalardır, yanlış olduğunu bile bile, sebeplerle boğuşuyorum. Kan ter içinde uykulardan uyanıp suçlanıyorum. Sonra üzerime bir ferahlık geliyor, kafesten uçan kuşa, babamın aziz ruhuna okuyorum. Onunla konuşuyorum. Onu özlüyorum.Onu sokaklarda görecekmiş gibi oluyorum. Arayıp halini hatırını sorasım geliyor, bir konuda fikrini almak istiyorum. İşte ben kırkını devirmiş bir adamım, ruh hekimiyim, yas ve kayıp yaşayan sayısız insanla konuştum, onların ruhuna değmeye çalıştım, kimileyin onlarla ağladım. Kitap bilgisi hal bilgisine kolaylıkla dönüşmüyor. İnsanın sadece yaşayarak öğrenebileceği şeyler var. Mesela insan babasını apansız kaybedince, sanki çocukluğu elinden alınmış oluyor. Tarihsiz, kimsesiz bir halde bir zaman bozkırının ortasında kalakalıyorsunuz. İnsanlar fazladan konuşuyor ve gülüyorlar sanki. Sanki susmak ve düşünmek gerekiyor aslında.

Sesimi uzaklara yazıyorum. Yas ülkesinin bu en soğuk kışında, bir tipinin ortasında kaybolmuş gibiyim. Bir yol, bir yön belirlemem gerek ancak bu yolculukta bana kılavuzluk edecek bir haritam yok. İnsanların öykülerini dinliyorum. Ne çok insan, diyorum içimden, babasız kalmış. Ne çok yetim. Sevdiklerimizin ölümü bizi başkalarının acılarına karşı daha duyarlı kılıyor. Ancak acımış bir yürek, başkasının acısını tam manasıyla hissedebiliyor. Ama insan en çok, bütün insanlığın yetim olduğunu hissediyor. Bu dünya hiçbirimize ebedi bir yurt olmayacak.

Sesimi uzaklara yazıyorum. Eskişehir Maarif Koleji'nin hazırlık sınıfı öğrencisiyim, babam benimle gurur duyuyor. Çünkü oğlu onun yapamadığı bir şeyi yapıyor, bir dil öğreniyor. Bozüyük'e giden o küçük minibüste hafta boyu öğrendiğim İngilizce sözcük ve cümleleri yineliyorum ona. Sabır ve sevinçle dinliyor, hafta sonu tatili için eve gidiyoruz, karanlığın ortasında gidiyoruz. Bu küçük kasaba minibüsünde o bana, ben ona gururla omuzlarımızı yaslıyoruz. Onun omzunda uyuyakalıyorum.

Sesimi uzaklara yazıyorum. Beş altı yaşlarımda olmalıyım. Filyos'tan Karabük'e gidecek kara trene binmeye çalışıyoruz. Babam annemi ve küçük halamı bindiriyor, kendisi de arkalarından binip kucağına almak için bana uzanıyor. O sırada hareket memuru kalkış veriyor ve tren hareket ediyor. Ben trenin yanı sıra koşuyorum, ağlayarak. Tren giderek hızlanıyor. Babam o koca cüssesiyle kendisini trenden aşağı atıyor, bunu gören bir yolcu imdat frenini çekiyor. Filyos nahiyesinin tren istasyonunda bir şaşkınlık. Beni trene bindirdikten sonra, gidip hareket memurunu iki eliyle bir havaya kaldırışı var ki! Benim kahraman babam!

Sesimi uzaklara yazıyorum.Üç hafta oldu, kolum kanadım kırık. "Ölürse tenler ölür / Canlar ölesi değil"demişti pirimiz Yunus. "Yunus öldü deyu sela verirler / Ölen beden imiş aşıklar ölmez' buyurmuştu. Gönlümün tesellisi bu toprağın büyüklerinde, tesellim Bilgelik Kitabı'nda. Sevgi ve hatırlayışın olduğu yerde ruha ölüm yoktur. Ötelerde, dünyada ne kadar eğleştiniz diye bize sorulduğunda, en babayiğidimizin vereceği cevap denir ki birkaç saat olacaktır. En fazla birkaç saat. Hayaller dünyasından payımıza bu kadar düşecek.

Sesimi uzaklara yazıyorum. Tıpkı gözyaşları gibi, merhamet de sirayet eder. Ötelerde Allah'ın gülleri yakandan hiç düşmesin babacığım.

kemal sayar

Cumartesi, Şubat 21, 2009

gayri ihtiyar

Modern sanatı çözmeye çalışmak,bir anlam yüklemek,zor oluyor benim için.Eserler özgün ve değişik.
Değişik, alışılmışın dışında demek.
Değişik,tasvirde zorlandığım zaman durumu kurtarmamı sağlayan kelime demek.
"-nasıl olmuş?",
"-ımm,değişik"
Fiyatları ise bilindik.
Galerinin kafesinde misafirimizi beklerken yaşadığım ve kapı dışında sona ereceğini ümit ettiğim garip huzursuzluk ve yalnızlık halinin ihtiyarlığımda süreklilik kazanmasından korktum feci halde. Malum günümüzün ihtiyarları sürekli bizi anlamadıklarından dem vuruyorlar. Yarının gençleri sardığında çevremizi, şuracıkta derinden hissettiğim bu "yabancılık" sararsa dört koldan ruhumu... İnsan bundan korkmalı işte.
Söylemek istedim galerinin orta yerinde, çıkmadı sesim: Etiketlerin manasız olduğu mana alemlerinde seyahatin bir yolunu bulmalı ihtiyarlamadan önce insan, yoksa ebedi yalnızlığı kader seçmiş demektir kendine.

Pazartesi, Ocak 26, 2009

astayım


bu bir ölçüyse yatak döşek hastayım.
tylolhota olan inancım sarsıldı.
yatmaktan mütevellit gınamı sağa sola serpiştireyim diye de film* izleyip duruyorum.
aslında örgü öreyim dedim,bir yumak ip bir adet de tığ aldım elime, ama sonra ipin rengini beğenmeyip vazgeçtim.dışa vurduğum neden bu olsa da içten içe örgü bilmediğimi ve daha önce elime hiç tığ,şiş vs. almadığımı farkettim.
ehöm neyse bu bir kayıp değildi, umarım bundan sonra da olmaz.


iç çekiş:olmaz olur mu ya,ben de isterim şöyle rengarenk amigurumi oyuncaklar öreyim,ilerde çocuklarıma ciciler biciler öreyim, konuya komşuya göstereyim, kermeslere göndereyim...

hastalık çok sarstı beni.

*The Curious Case of Benjamin Button, Slumdog Millionaire, Old Boy,Bee Movie.
benjamininki gerçekten tuhaf bir hikayeydi, slumdog beğenimi kazanıp benden 8 puan almayı haketti:p
film demişken benim gibi Wall-e yi izlemeyi unutmuş,arada kaynatmış olanlar olabilir.ancak geçen ay izleyebildim.geçirdiğim onca zamana yazık dedim.daha tatlısı olabilir mi ya? bilemiyorum.

Pazartesi, Ocak 19, 2009

dünya dönüyor eve

her zamanki şeyler, geçim derdi vs.
ömrümüz usulca çekiliyor göndere.

yürüdükçe yoruyoruz seni yol,
insanlık öldükçe nüfus artıyor.

ah diyorum, ne yapayım ben?
gökyüzü kalıyor bizden geriye
çalışmak, çabalamak, yine de...

yer arıyorum üzülmek için,
eskiler pişermiş kısık ateşte
ayağa düştü şimdi büyümek bile.

sıkılmak gibiyim sonuna doğru
ne çok istiyorum akşam olmayı,
yanağa yaklaşan öpücük gibi,
uykunun kolllarına dalmayı...


i.tenekeci(ağır misafir'den)

vakit

"Caminin yakında, ezanın uzakta olduğu bir yerde yaşıyoruz. Bize daveti duyuran, evdeki ezan okuyan saatimiz oluyor genellikle. Bir vaktin daha gelip geçtiğini, yenisinin de hemen tükenmeye başladığını haber veriyor. Bu ara en çok bunu söylüyor.

Korkuyorum. Zaman hiç böyle koşar gibi görünmemişti gözüme.

...

Kibirden, riyadan ve en çok ucubdan Sana sığınırım diyorum

...

Vaktim doluyor, sanki ben her gün biraz daha boşa çıkıyorum.."


tamamı

Perşembe, Ocak 15, 2009

görevliden başkası binemez

herkes iletisine "karların üstünde donmak üzeresin,uyku tatlı geliyor şimdi ama aslında öldüğünün farkında değilsin.." yazmıs. çok da benimsenmiş anlaşılan.
ben olsam baskasının yazdıgı seyi yazmam.yazdıysam silerim.zaten filmi de izlemedim herkesin dilinden düşmüyor diye.arkadaşım bu durumumu "züppe etkisi" girmiş senin içine diyerek özetlemişti.apocalyptica metallica şarkılarını coverlayınca apocalyptica dinlemeyi bırakmadım belki ama çok fazla gündeme gelmemiş, küçük bir kitlenin bildiği, sevdiği kimseler/müzikler herkes tarafından tanınınca ve sevilince...züppe.

halka değil fil olan kağıt havlulardan alınca yanında fil şeklinde kalemlik veriyorlar.sevimli
ancak ortalama bir kalemin boyuna nazaran küçük kalıyor biraz.
içine pamuk doldurup fermuarını kapadıktan sonra banyoya sabun vs.nin oldugu sepete koydum ben de.
henuz sekizinde olan kardesim banyoda ellerini yıkayıp çıktıktan sonra iç geçirerek kendi kendine söyleniyor:
"banyodaki fil çok tatlı,keşke içine pamuk doldurmasalarmış,bundan çok güzel kalemlik olurmuş"

bugün danışmanımla birlikte neden iktisat okuduğumuz üzerine uzun uzun konuştuk,
sonuç: felek,çember vs..

boykot

sen,
büyük patron, milyarder, fabrika sahibi,
sen mi büyüksün?
hayır beeen,
ben büyüğüm,yaşar usta..


münir ozkul(bizim aile filminden)

Perşembe, Ocak 01, 2009

flstn

sessizlik!