Pazartesi, Mart 31, 2008

korkular da benim umutlar da

Yastığa veda ettiğimin 27. saati...

Servis aracının rahatsız koltuğuna kurulmuştum sevgili günlük. Tüm gece direnmiştim ancak, durup dinlenmeden her saniye yenilenen hücumlarına yavaş yavaş boyun eğiyordum artık uykunun. Ağır ağır dünyaya kapanan gözkapaklarıma, yavaşça yan tarafa düşen başım eşlik ediyordu. İşte o an olmayacak birşey oldu ve başım sînesine yaslanıverdi. Şaşırdım önce... Sonra, üşümüş bir yavrucağın annesine usul usul sokulması gibi, tarifsiz bir huzur yayıldı ruhuma ağır ağır. Öylesine tatlı, öylesine huzurlu, öylesine hayal, hiç olmadığı kadar da gerçekti... Bırakıverdim kendimi...

Bilmiyorum, belki bir mart sabahı uykusuzluğun ve yorgunluğun tesiri ile beynimin oynadığı bir oyundu. Ancak, and olsun ki, o an hiçbir şey daha gerçek olamazdı. 27 saattir gözümün önünden gitmeyen hayalin, vücut bulmuş haliydi belki de ellerini boynuma dolayan.Bilmiyorum, çünkü gözlerimi hiç açmadım. Hayatımda ilk defa gönül gözümü baş gözüme tercih ettim, sonra...

Sonra bedenim yatağını buldu, uyudu, uyandı, yemek yedi. Arasıra yanaklarına süzülen ılık damlalara da bir mana veremedi. Omuz silkti aldırmadı, yaşamaya devam etti...

Ama ruhum... O hala koltukta, başı sinede, O'nun kollarında öylece yalvarıyor:

"Beni bırakma!..."

Cumartesi, Mart 29, 2008

kesici bir alet olarak yeni yaş

Sayın Valim,
Sayın Garnizon Komutanım,
Sayın Büyükşehir Belediye Başkanım,
Değerli Öğretim Üyeleri,
Basınımızın Değerli Mensupları,
Çok Kıymetli Galaksi Rehberi okuyucuları,
-Özel olarak sevgili gençler ve kendini genç hissedenler-,

Siz siz olun 25 yaşına girmeyin.Girmeyin efendim.Yoksa mahallemizin çocukları Uğur, Samet ve Ömer dışarda top oynarken size yol vermek durumunda kaldıklarında, içlerinden birisinden "dur topa vurma oğlum, teyze/amca geçsin de öyle at" gibi bir cümle dökülebilir.Dede bile der bunlar. Önce farketmez tebessüm edersiniz, "teyze mi ah seni seni hmh hmhmh".. Bir yerimiz kırıldığında da bir süre sonra yükselir ya çığlıklar, onun gibi. Yorulmayayım, şarkı devam etsin:" Sonradan kor sonradan kor.. akıp gider akıp gider zaman sana aldırmadan.."

İlahi çocuklar!Abla yerine teyze dersiniz demek.Peki ben o topu kesmez miyim?Söylüyorum o kadar iyi biri değilim diye inanılmıyorum.


Bu resim nedir diyenler olabilir. Bu benim atacımın resmi.Kendisi, dost deyip bağrıma bastığım canım arkadaşım tarafından 22'nci yaş günümde hediye edilmiş, uzun bir yolculuk sonrası postayla küçük bir zarf içinde ulaşmıştır.Evet ataç ya bildiğimiz, ataç, 5.5 cm boyunda, evet hediye, evet doğumgünümde.Görünce beni getirmiş aklına, küçük şeylerle de mutlu olurmuşum zaten.Alem ibret alsın deyu koydum buraya.
nöt: Annem benim,ellerinden öper herkes adına teşekkür ederim,iyiki beni doğurmuşsun yahu.
nazar boncuğu:41. yazım olmuş bloga.41 kere maşallah deyin.Tükürmeyin.

Cuma, Mart 28, 2008

düet

“Düşman saçma sapan laflar eder
Duyar can kulağım.
Benim için kötü şeyler düşünür,
Görür can gözüm.
Üzerime köpeğini salar,
Isırır köpek ayaklarımı,
Çok acılar çekerim, çok acılar.
Köpek değilim, onu ısıramam
Isırırım dudağımı.”der Mevlana,

"Kişinin en kolay mutsuzluğu
Ağlamaktır, geçiştirir umutsuzluğu
Daha zoru var, susmak zor.
Susmak bir ağaç dallarında
Susmak ağlamaları da tutuyor."der Özdemir Asaf

Ben, ben bir şey demeyeceğim, susayım, kanasın dudaklarım.

Salı, Mart 25, 2008

iyi günler anneanne

".. anneanne, müzmin baş ağrılarım artıyor...*İnsan virgülleri doğru yerlere koyamadığında, her şey birbirine karışıyor. Onu layık olduğu yere koyamadığınızda anlam, bir sevgili gibi kapıyı çarpıp terk ediyor bizi. Aşkla iş, hayatla ölüm, şefkatle şehvet, kibirle vakar, korkuyla umut birbirine karışıyor. İyice bulanıklaşıyor her şey.**"Ah anneanne ne Ortadoğu gül bahçesi oluyor ne içimdeki çocuk susuyor...

*H.Atlansoy
**İ.Paşalı

Pazar, Mart 23, 2008

cik cik cik

Açılış: Ben'den

Sabah namazını Eyüp Sultan'da karşılamayı hayal ederken buldum kendimi az evvel. Sonra günün ilk ışıklarıyla insanların uykulu uykulu yollara düştüğünü gözlemlemek- insanların uyanmak için değil de işe geç kalmamak için yataklarından doğrulmasının tezahürü tespiti, acılı biraz- , belki fotoğraf çekmek, çekilmeyedebilir, bir yandan kuşlar olsun etrafta, cik cik cik, sadece oturup izlemek sadece durup dinlemek. Bu kadar kolayken gerçekleştirmek ve bu kadar lütufkâr bir şehirdeyken neden ertelediğim hakkında bir fikrim yok.

Eyüp,kuşlar ve cikcik lise yıllarıma götürdü beni az evvelin üstünden çok geçmeden. Annemin "sen daha uyumadın mı'sına" ve İbrahim Paşalı dinlediğim gecelere, "Gece Yürüyüşü'ne"..Belki O'nun yüzünden radyo programcılığı sevimli gelmeye başlamıştı. Bilemiyorum, bilinçaltıma inme işini ilk psikiyatrik randevuma bırakıyorum. Daha sonraları radyo yayınlarını pek takip edemesem de yazılarını okumaya çalıştım sıkça. E kuşlar diyeceksiniz, cik cik, nerden nereye geldin? Ben de onu diyorum aslında nerdenn nereye...Kuşlar, cik cik cik, ben, cik, uyku. Evet uyku, iyi geceler Eyüp, su dök hayalimin arkasından..

Kapanış: Paşalı/Minimini'den

...

“Allah’ım ölenlere rahmet eyle, kalanlara uzun ömür ver!” Cemaat bu cümleye sesini iyice yükselterek, büyük bir coşkuyla amin diyerek karşılık veriyor. Bense reddediyorum bu duayı.Kuşların cikciklerine amin demeyi tercih ediyorum.

-Cik cik.
-Amin!
-Cik cik cik.
-Amin, amin, amin.

...

-Allah’ım, rekabet etmekten korkanlardan eyle, zarif erkeklerden ve kadınlardan eyle.
-Cik cik cik.

Perşembe, Mart 20, 2008

kendimi sıksam suyum çıksa

Biri bana Acun' da ne olduğunu söylemese mesela.Neymiş şeytan tüyü varmış, herkesin dilinden anlarmş süper programcıymış..Ama izlendi, izlenmş, izleniyor.. Acun tutmuş vesselam.

Kendimi sıksam , suyum çıksa mesela.Çok sıkıntılıyım bugün, Acun senle bir ilgisi yok, zaten bu senin umrumda değil, aslında senle ilgisi var ama arkandan konuşmak istemiyorum, bir gün yüzüne karşı artık, bu benim umrumda.Bak sıkıntıdan bazı kelimelerdeki sesli harfleri düşürmüşüm. Bir tane i, bir tane ı.Neyseki sessizler duruyor.Tanrım gülleri ve sessiz harfleri koru.*

Sonra anne arasa mesela, hemen toplansa düşenler, telefonu kapatsam, bir gülsem, sıkıntım geçse..

-efendim anne?
-yavrum msn e gel hadi,orda konuşalım, çabuk.
-anne hayırdır bir şey mi oldu,söyle, hem ne msn'i
-yok yok msn e gel,ordan konuşalım.
-ya anne konuşalım işte, n'oldu anlat.
-msn' e gel dedim hadi.
-of tamam.
sürüne sürüne pc bulunup ,msn açılır.
-abla annem nasılsın diyo,neler yapıyormuşsun?
-nasıl ya?
-kamerayı da açacakmışsın,seni görmek istiyormuş.
-ya sabır smileyı.bunun için mi çağırdınız beni?
-ehehehe
-anne büyüyünce seni gibi mi olurum,bi fikrin var mı?
-abla annem çok konuşmasın diyo.

Bu kısma not: anne bilmez msn kullanmayı, kardeşi kurban seçer, aklına düşeni msn' e davet eder telefonla. Annem komik vesselam.
Güldüm sonra ben, geçmedi.
Kendimi sıksam, suyum çıksa..

* tenekeci(alakasız bir alıntı olsa da içimden geldi yazdım,pişman değilim)

Çarşamba, Mart 19, 2008

bir gül

"Allah'ım, onları affet, onlara hidayet et, çünkü onlar gerçeği bilmiyorlar" diyen bir peygamber..

İyki Doğdun Efendim(s.a.v.)...

Salı, Mart 18, 2008

Çanakkale geçildi(mi?)

" Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer, O ne müthiş tipidir, savrulur enkaz-ı beşer Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak. Kafa göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak...' Gerisini okumaya gerek yok sanırım. Türk tarihinin en önemli savaşlarından birinin, hatta belki en önemlisinin bir şair kalbindeki yansımaları bunlar.
...
Her yıl 18 Mart yaklaştığında yayın organlarında çıplak ayaklı, yırtık giysileriyle iki çocuk askerin resimleri yayınlanır. Altında da genellikle şöyle bir cümle olur: "Cumhuriyeti biz böyle kurduk." Bazı resimlerde de aynı türden yoksul halkın askere mermi taşıyan kağnılar başındaki pejmürde halleri, kadınların ve çocukların trajediyi andıran görüntülerini görürsünüz. Vatanseverliğin bu siyah beyaz fotoğrafları, o insanların siyah beyaz kaderleri misali ne yazık ki amacının dışında kullanılmaya başlandı. Bazı sergilerde, afişlerde, pankartlarda sloganlara dönüştürüldü. İşin hazin tarafı, bütün bunları hazırlayanlardan çoğu, maalesef Çanakkale'den düşmana geçit vermeyen o asil ruhun hatırlatılmasına karşı çıkmaktadır. Mesela Çanakkale'de şehitliklerin mahşer kalabalıkları gibi ziyaretçi bulmasından rahatsız olurlar. Şehitlerin ruhuna Fatiha okuyan insan manzaraları onları rahatsız eder nedense. Çünkü altına sloganlar yazdıkları resimlerden hiçbiri onların dedelerine ait değildir. Ankara'da Cumhuriyet'i kuranlar ile Çanakkale'de, Sakarya'da, Arabistan'da, Galiçya'da Cumhuriyet'in kurulması için can verenler arasında bir statü farkı, bir er-zabit rütbesi, bir seçkin-köylü ayrımı vardır. Cumhuriyet kurulduktan sonra bunlardan birileri yöneten, diğerleri yönetilen rollerine geri döndüler. Garip olanı, şimdi o resimlerden pankartlar üretenler, aynı pankartları o resimlerin asıl sahiplerine karşı açmaktalar. Resimlerin sahiplerine gelince; onlar tarihin hiçbir döneminde vatan uğruna can vermenin adını anmadılar, can vermekle yetindiler."

İskender Pala

Pazartesi, Mart 17, 2008

bitkisel hayat

"Herkes kırılamaz;

bazen ipince dal olmak gerekir kırılmak için,

-Ama dünya kütüklerin-"

y.odabaşı

kapatılmaktan laik düzene sığınırım


Dikkatimi çeken başlıkların yer aldığı sağ alttaki kutucukta yer verdim ama gözden kaçar belki diye buraya da almak istedim. Okunmayı hakediyor. Radikal'den Gökhan Özgün döktürmüş. Bu konu üstüne daha fazla değinmeye niyetim yoktu aslında, dehşetle ve sessizce köşemde izleyecektim olan biteni, sonra gidip ezan okunurken müziğin sesini kendiliğinden kısan bilgisayar çalışmalarıma devam edecektim. Ama böylesi yazıları görünce kayıtsız kalmak ne mümkün, Gökhan Özgün yazmasa ben kesin yazardım böyle bir şey:)Geç kaldım,neyse okuyanlar okumayanlara anlatsın.

"Biz milyonlarca insan, yazıyoruz, çiziyoruz, konuşuyoruz. Hatta zaman zaman düşünebiliyoruz bile. Tartışıyoruz, oy veriyoruz, tavır alıyoruz. Siyasi analiz yapıyoruz, ekonomik öngörülerde bulunuyoruz. Anlamaya çalışıyoruz. Anlatmaya çalışıyoruz. Debeleniyoruz. Bizim sayımız milyonlar. Milyonlar. Milyonlar. Abdurrahman ne yapıyor? Abdurrahman bir başına. Abdurrahman tek başına. Tek başına, ama ne baş o... Ama ne baş Abdurrahman'ın başı. Abdurrahman'ın başının, başı sonu yok. Abdurahmanın'ın başı yanıda hepimizin başı topluiğne başı gibi kalıyor. Abdurrahman'ın başı bizim bütün başlarımızı kapsıyor, içine alıyor. Hepimizin başını içine aldıktan sonra bile Abdurrahman'ın başında hâlâ düşünecek, taşınacak, kaşınacak yer kalıyor. Abdurrahman bizim sefil, zavallı, fani başlarımızı koskoca başının içinde taşıyor. Abdurrahman'ın yükü büyük. Abdurrahman'ın yükü çok büyük. Bizim gürültümüz, Abdurrahman'ın başını ağrıtıyor. Abdurrahman'ın başı çok ağrıyor. Abdurrahman'ın başını, biz ağrıtıyoruz. Abdurrahman bizi affet. Abdurrahman kıyma bize. Çoluğumuz çocuğumuz var, Abdurrahman. Abdurrahman dinlemiyor. Abdurrahman diyor ki, bir bit yeniği var bu işin içinde. Çünkü benim başım çok ağrıyor. Eskiden bu kadar şiddetli ağrımazdı. Abdurrahman artık dayanamıyor. Abdurrahman koskoca başıyla bir dağ gibi koltuğundan kalkıyor. Yer gök sarsılıyor. Abdurrahman elini rafa uzatıyor. Raftan 'o kitabı' alıyor. O, o kitabı raftan çekince, diğer bütün kitaplar biz fanilerin üzerine yıkılıyor. Abdurrahman kitabın sayfalarını çeviriyor. Ve buluyor. Başının niye ağrıdığını buluyor. Kitapta yazıyor. Allahtan bu kitap var. Abdurrahman'ın bütün dertlerinin cevabı bu kitapta. Diğer kitaplar Abdurrahman'ın başını ağrıtıyor. Bu kitabın adı Anayasa. 1982 yılında Türkiye'de derlenmiş, askeri matbaada basılmış. Abdurrahman'ın yükünü hafiletmek için tasarlanmış. Bizim gafletimizin, cehaletimizin, dalâletimizin yükünü hafifletmek için. Kes bet sesini Türkiye, Abdurrahman artık dayanamıyor. Çek elini oy sandığından Türkiye, o sandığa öyle bir yüklendin ki, Abdurrahman artık taşıyamıyor? Haddini bil Türkiye. O Muhteşem Abdurrahman, sen gariban Türkiye'sin. Onun taşıdığı yükün yanında, sen nesin? Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya milyonlarca milyonlarca milyonlarca başıbozuğa parti kapatma davası açtı. Abdurrahman öyle uygun görüyorsa, kapan sen de Türkiye. Bırak kibri, kapan. Muhteşemesin Abdurrahman. O sırada Cevdet arıyor. En yakınım, arkadaşım. Soruyor. Ne yazıyorsun yarına? Yarın yazıyı kısa kesicem, diyorum. Çünkü Abdurrahman her şeyi kısa keselim istiyor. Çünkü Abdurrahman'ın başı ağrıyor. Cevdet, epey, epey mühim bir ekonomist. Benim de yarına rapor yazmam, makro ekonomik 'öngörü' yapmam gerekiyor, diyor. Şimdi ne yazıcam ben? Sen de benim gibi kısa kes, diyorum. Rahman ve rahim olan Abdurrahman'dır yaz, bugün bundan daha makro bir şey yok, diyorum. Sonra birden kafam dağılıyor. 'Gelmiş geçmiş en kısa bilimkurgu hikâyesi' diye bilinen bir hikâye aniden düşüveriyor aklıma. Hikâye şöyleydi sanırım. "Dün, bütün evren yeniden kurulacak." Derken, aklıma bir fikir geliyor. Yazılmış en kısa T.C tarihini yazmak. Ve yazıyorum. "Dün, yepyeni bir Türkiye kurulacak." Kafam açıldıkça açılıyor. Bir kısa tarih daha attırıyorum. Yazılmış en kısa AKP tarihi. "Dün, bir daha asla 'Şemdinli savcısı' görevden alınmayacak." Abdurrahman'a emanet olun."

Cumartesi, Mart 15, 2008

aç kapa artema

İçime kurt düştü.

Bloğum, seni kapatan olmaz değil mi?

çaresizlikle avunalım mı?

Türkiye, İsrail’in en çok ihracat yaptığı 10 ülke listesine girdi. İsrail İhracat ve Uluslararası İşbirliği Enstitüsüne göre, İsrail, geçen yıl Türkiye’ye 1.2 milyar dolarlık mal sattıBöylece, Türkiye’nin yeniden İsrail’in en büyük 10 pazarı listesine girdiğine dikkat çekildi.(haber1o-14.03.2008)

Ve bugün şöyle bir mail aldım. Mail başbakanlığa gönderilmek üzere hazırlanmış bir yazıyı içeriyordu;bir umut işte'si, bir insanlık tepki'si, bir şeyler yapabilsek keşke'si...

"Sayın Başbakan
Hepimizin bildiği üzere, bugün Filistin topraklarında tarihin en acımasız ve vahşi katliamları işlenmekte, aralarında bebek ve çocukların da bulunduğu çok sayıda masum ve savunmasız Filistinli kardeşimiz Siyonist İsrail güçleri tarafından katledilmektedir. Temelinde işgal, kan ve terör bulunan gayri meşru İsrail rejiminin gerçekleştirdiği bu insanlık dışı katliamların tek adı vardır. O da " Soykırım"dır.
Böylesi kanlı ve vahşi bir rejimin, Gazze'de sadece geçtiğimiz bir hafta içinde 120'den fazla Filistinli kardeşimizi katledip yüzlercesini de yaralaması karşısında, ne yazık ki İslam ülkelerinde gereken tepki ortaya çıkmadığı gibi, sergilenen bu utanç dolu suskunluk, saldırılarını devam ettirme noktasında siyonist katilleri daha da cesaretlendirmiştir.
Bizler, kadınıyla-erkeğiyle, bu ülkenin Müslüman halkıyız. Bu ülkenin, emanet bilincine sahip yöneticileri olarak sizden talep ediyoruz ki;
- Bu, terörle ortaya çıkan ve faaliyetlerine terörle devam eden Siyonist rejimin varlığını hiçbir platformda, hiçbir şekilde tanımayın
.- Halkının büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri olarak, Müslümanları yeryüzünden silmeye çalışan bu terörist rejimle, siyasi- askeri anlaşmalar imzalamayın. Varolan anlaşmaları iptal edin.
-Devletin kamu kurum ve kuruluşlarına yiyecek,içecek, giyim ve temizlik vs. ürünlerin toplu alımlarında İsrail ve ABD mallarını almayarak boykot edin.
- Eli kanlı terörist yöneticilerin, ülkemize diplomatik ya da herhangi bir sebeple ziyaret taleplerini red edin. Onlarla el sıkışarak, Müslüman kardeşlerimizin kanını üzerinize almayın.- Ülkemizin sınırları içerisinde, İsrail rejiminin elçiliğini kapatıp, yüzyıllardır İslam sancağını gururla taşımış bu topraklarda, terörist Siyonist rejiminin, Müslüman kardeşlerimizin kanına bulanan bayrağının dalgalanmasına müsaade etmeyin. "Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak, orada yükselen çığlığa karşılık vermeyi, hükümetim ve milletim adına bir insanlık borcu kabul ediyorum." "Bu konuda artık ne yapılacaksa yapılacak. Konu, Bakanlar Kurulu toplantısında da gündeme gelecek. İsrail için ne yapılacaksa yapacağız." sözünüze ve halkınıza verdiğiniz sözlere sadık kalmanıza güvenerek, bunları sizden istiyoruz. Daha fazla bebek, henüz süt kokulu kundağıyla kara toprağa verilmeden önce harekete geçmenizi, sözle kınamaktan daha ileri giderek, Müslüman ve güçlü Türkiye olarak, yapılması gerekli olan ve dünya kamuoyunda ses getirecek yaptırımlarınızı bekliyoruz.
Kardeşlerinin acısına duyarsız kalamayan Türkiye'li Müslümanlar"

BU ACIYA DUYARSIZ KALAMAYAN HERKES.

Bu cümleler size yakın geldiyse ve siz de göndermek isterseniz:bimer@basbakanlik.gov.tr
Ben gönderdim. Bu maili on kişiye gönderirseniz, bık bık bık...

Şimdi gideyim de AKP nin kapatılma ihtimaline karşılık alternatif parti isimleri bulayım.Yağ satarım bal satarım ustam ölmüş ben satarım...Dön dur işin yoksa. Rezillik başka bir şey değil.
"TÜRKİYE'NİN 21. YÜZYILA UYGUN HAKİM VE SAVCILARA İHTİYACI VAR"(Avrupa Parlamentosu'ndan bir kimse)
Sadece hakim savcı mı?
Bir off çeksem karşıki dağlar cenderme cenderme.

Cuma, Mart 14, 2008

komşuya gittim bir on'luk aldım

Tüh burda paylaşamayacağım anlaşılan.Olmuyor, odeo yu çalıştıramıyorum bir türlü. Pek anlamıyorum bu işlerden doğru ama beceriksiz de değilim, olayın Obama'nın müslüman olması tartışmaları ile ilgisi olduğunu düşünüyorum. Youtube 'u da bloke etmişler yine. Hakimlerin sınır dışı operasyonu da bu olsa gerek, elleri boş dönmeseler bari.
Lakırdı'da gördüm ilk defa ya da duydum ilk defa. Cem Karaca'dan dinlememiştim hiç ya da hiç dinlememiştim . On numara(on üzerinden) . O zaman buyrunuz burdan dinleyiniz. "şeker ezdim sana bal süzdüm bal süzdüm yüreğimden mısra çektim şiir düzdüm şiir düzdüm bir fısıltıya hapsettim içimin tüm çığlıklarını...",ne datlu.

alık kıraker

- Neler yapıyorsun?
- Ne olsun tezimi savunacağım günü bekliyorum.
- Aman senin savunulacak bir tarafın mı kalmış?
ekiekiekii
- Haklı olabilirsin biliyor musun?
- Mahsus dedim, ağzımdan kaçtı, lütfen yapma.
- Çok geç, ben bunun üstüne kafa yorarım şimdi uzun uzun, hayata dair iç burkan çıkarımlarda bulunurum .
- Hayırrrr, imdağttt
- Keşke hayat bir restoranın menüsüne adı kıytırık mantı* olan bir yemek koyup, mantıyı sipariş eden müşteri beğenmediğinde, "ama efendim adı üstünde zaten, ne bekliyordunuz ki başka" demek gibi olsa. Anlıyor musun?
- Hı hı..


* kıytırık mantı; adı buydu evet.

Çarşamba, Mart 12, 2008

özür borcu

Aslında ne kadar büyük bir iyilik yapmışsın bana.
Ama ben nankör davranmışım.
Geç oldu anlamam.
Allah'ım özür dilerim
Ve her şey için çok teşekkür ederim...

Pazartesi, Mart 10, 2008

arda boylarında

İki yıldan fazla olmuştu görüşmeyeli. Eskimeyen bir dostu yeniden görmenin verdiği dayanılabilir bir hafiflikle başladı haftasonu. Buram buram naftalin(*) kokulu bir muhabbetin içinde bulduk kendimizi. Cumartesi'den beklemezdim böyle bir hoşluk, henüz kendi adı olmayan bir gün olduğu için değil elbette. Sağolsun.

Pazar sabah yollara düştüğümde İstanbul henüz uykudaydı. Neymiş sabah erkenden buluşulup göl kenarında kahvaltı yapmaya, ordan yürüyüşe, ordan...ya gidilecekmiş. Sebep?Ahh ben biliyordum sbh yataktan çıkmayıp "siz kaçın ben onları oyalarım" diye mesaj atıp telefonu kapamayı ama evin basılma ve yataktan sürüklenme ihtimalimi düşününce pek cazip gelmedi bu fikir.Sabahın köründen daha kör bir saatte- yatış saatimden az sonraya tekabul ediyor- uyanmaya alışkın olmayan ben, bir ilki başarıp durağa kadar gözlerim kapalı gittim desem..Gerçek bu. Tramvayın sesine gözümü açmasam artık nereye kadar yürürdüm bilmem.

Anadolu köyü konseptinde hazırlanan yerde eşeğin üstüne ne işi olduğunu anlayamadığım Meksika dolaylarından olduğunu düşündüğüm heykel ve "uygunsuz oturmak yasaktır" yazısının yarattığı acaba ben ne kadar uygunum tedirginliği dışında oldukça makuldu herşey.Ha bir de mekan değişiklikleri esnasında sıkça kayboluşlarımız vardı ki üstün yön duygum yetişti imdada.Hahaha.

Günün hatırası: Kızarmış, yanan ve muhtemelen yarın soyulacak olan bir adet burun, en sevdiğim burnum. Demekki güneş gözlüğü sadece gözleri koruyormuş, burna bir faydası yokmuş. Güneşe karşı otururken arada bir saate bakmak gerekiyormuş. Zaman çok çabuk geçiyormuş.

Günün milletin derdi beni gerdisi: Çocuk, sahilde tehlikenin farkında olmadan oynamakta ve giderek kıyıya yaklaşmaktadır.Denize düşmesi an meselesi.Anne hiç istifini bozmaz, yerinden kalkmaz ve karşıdan seslenir: Mert dikkat et oğlum üstün ıslanır!
Üstü mü ıslanır?

(*)Naftalin
ki güvelere karşı kullandığı
kimyasal silahıdır
anıların/Sunay Akın

Pazar, Mart 09, 2008

çılgınız işte

"Sıradan bir pazar günüydü işte. Diğer tüm makul Türkler ne yapıyorsa onu yapmaktaydım.Sitenin havuzuna indim, çıktım da olabilir tabi, biraz yürüdüm, yüzdüm. Boğaz'ı gören havuzun kenarında, kapalı havuz camekan içinde, üzüm salkımlarını yukarıdan tutup yemeye çalıştım bir süre. Sıkıldım..
Boşver hadi gidip keyifle geçen ömrümüzü, keyifli paylaşımlarımızı kutlayalım dedim. Atina'na çok güzel bir balıkçı açılmış, organik balık yapmaktaymışlar dedi. Merak ettim doğrusu, atladık bir özel uçağa Atina'ya organik balık yemeye gittik.Çılgınız işte..."

Böyle yazmış Yıldıray Oğur bugün Taraf'ta. Keyifli bir yazıydı. Her zaman yaptığımız şeylerden bahsetmiş, bilirsiniz.Sıkılıyor tabi insan bir yerde, ben de sıkıldım, halkın içine karışayım haftasonu dedim.Çılgınım işte!Kadınlar Günü olması hasebiyle aman Allah'ım her yerde bir ikram bir iltimas, bir indirim.Canım AVMler bize bir güncüğü az görüp bütün haftaya yaymışlar indirimlerini.Ah ne kadar da harikasınız. Bu özel gün daha iyi nasıl kutlanabilirdiki..Torbalar dolusu alışveriş yapıp düşük ücret ve kötü çalışma koşullarını alabildiğince protesto ettik. Eşit şartlar sağlansın diye özellikle parfümeri reyonunda sıraya girdik.

Çılgınız işte.

varkalış

" Çoğumuzun bu gezegenin üstündeki durumu sadece bir kalma, tutunma sorunuymuş; 'varkalış' yani' ..ve bazılarımız ideallerle yetinirlermiş bir hayal edinemediklerinden..."*

Yukardaki cümleyi konu alan bir kompozisyon yazınız.
Süre:37 dk.
Başarılar.


* Kusma Kulubü'nden

Cuma, Mart 07, 2008

sigara pistir kakadır.

Mart ayının ilk haftasına tahsis edilen "her türlü alkollü içki, sigara ve uyuşturucuyla mücadeleyi esas alan" Yeşilay Haftası tüm yurtta ve yavru vatan Kıbrıs'ta törenlerle kutlandı. Haftanın son günü madem,bir şeyler söylemek lazım.Lazım değilse bile ben söylemek istiyorum. Eh burası benim bloğum ve kimse hayır söyleyemezsin diyemez. Ne güzel ya insanın kendi bloğu gibi yok. Bloğum, bundan sonra senin adın Hyde blog olsun mu? Tamam olsun.

"Sigara içmeyin ölürsünüz" desem "aman sigara içen ölmüş de albeni yiyen ölmemiş mi" diyen olur istediğim caydırma gerçekleşmez. "Yeşilaycıyım ezelden gönlüm geçmez güzelden" desem..Yok burdan da bir şey çıkmaz. İlkokulumun girişinde yazardı "içki öldürür sigara süründürür" diye. Kumar da bir şey yapıyordu da unuttum şimdi. Ya da kumar süründürüyordu da sigara başka bir şey mi yapıyordu?Tamam kumar süründürsün o halde sigaraya başka bir şey bulayım. For eksampıl:

Sigara patlatır.
Sigara uçurur.
Sigara suya götürür de susuz getirir.
Sigara yatağınızı uzun yorganınızı kısa bırakır.
Sigara şampiyonluk yüzü göstermez.

Sigara pistir, kakadır.
Sigara tühtür, vahtır.

Buna benzer şeyler işte.
Haydi şimdi sigaraları bırakalım( uyuşturucuya başlayalım:p)

olur mu, dünyaya indirsem kepenk*

Bir bir kepenk kapatıyor ya da yazılara ara veriyor takip ettiğim bloglar. Neler oluyor size neler oluyor yahu, ben geldim diye gidiyorsanız küserim. Ustaların omzunda yükselecek değilim:p

Yaklaşık dört beş yıllık geçmişleri olduğunu düşünürsek yazma konusundaki istikrarlarını takdir etmek gerek pek tabi. “Pek tabi” demeyi çok severim, “öyle işte” demeyi de çok severim.Hele hele " hey you, out there in the cold, getting lonely, getting old "demeye bayılırım.Öyle işte.

Bu gelişmelere mukabil küreselleşen dünyada bloğumun sürdürülebilirliği konusunda fikir sahibi olmaya çalıştım. Mevzu derin, hayat kısa, sanat uzun...**Alt limit bir yıl diyorum.Kabul edenler?Edilmiştir. Geçen yıl bu zamanlarlı cümleler kurmak, zaman ne de çabuk geçiyor Mona ,saat onikidir demek,ayayayyy.

Söndü lambalar.Hadi uyuyalım da turnalar girsin rüyamıza.

*N.F.Kısakürek
**ars longa vita brevis

Perşembe, Mart 06, 2008

yaşanmıştır

Tam olarak şöyle oldu:

İçeri girdim şu pastanın fiyatını öğrenebilir miyim dedim. İlgili kimse bıkbık bık bık dedi. Afedersiniz duyamadım dedim. El işaretleri eşliğinde ve yüksek sesle "kulaklığı çıkarırsanız duyarsınız" dedi. Çıkardım, iyi geldi.(pastanede)

- Farkında değildim aslında ama olsun,yaptığım düpedüz saygısızlık, kaka ben.

Arkada oturan amca yanındakine "yurt dışına bir kargo göndermem lazım, bizimkilere bir şey yollayacağım ama yakınlarda kargo bulamadım" dedi. Yanındaki "abi evin karşısında varya yurtiçi kargo" dedi. Amca "ama ben yurtdışına göndereceğim" dedi. Yanındaki güldü, ben gülmedim, gülebilirdim aslında. (dolmuşta)

- Ne güzel bir yanlış anlamaydı o öyle canım amcam, yani sanrı yarışması yapılsa oscar goes to "yurtiçi kargonun sadece yurtiçine gönderdiğini sanmak" olurdu. Olmazdı belki de bilemiyorum.

Benim de vardır böyle sanrılarım biliyor musunuz?Nerden bileceksiniz, anlatırım yeri gelince.Yeri geldi de hatırlayamadım şimdi. Böyle birden sorunca heyecanlanıyorum.Mesela şimdi hadi bize bir türkü söyle o billur sesinden deseniz fincanın etrafının yeşil olduğundan başka bir şey gelmez aklıma.

Salı, Mart 04, 2008

ince bir sızı


İncesaz bizim evde kalsın, her akşam bana şarkılar söylesin istiyorum. Parası neyse veremem belki ama ,bir sanatkar için para çok da önemli olmamalı. Yatacak yer var, yemek de, isteğe bağlı sigorta da yaptırırım bir süre sonra.Nolur nolurr...

Artık bülbül ötmüyor
Gül dolu pencerede.
Yalnız hatıran kaldı
ahhhhhhhh boş kalan çerçevede...

Davete icabet sünnettir deyip arkadaşımın İncesaz'ın CRR'deki konserine gitme teklifini "bilmem ki, aslında çalışmam lazım ama sözkonusu İncesazsa gerisi teferruattır" anlamına da gelebilecek "evet olur gidelim" şeklinde özet cümleyle kabul ettim. İyki de etmişim. Ya etmeseydim, şeytan kulağına Pb.

mazi kalbimde bir yaradır,
bahtım saçlarimdan karadır.
beni zaman zaman ağlatan,
işte bu hazin hatıradır...


Türk film ve dizi müzikleri temalı konser, Dilek Türkan'ın sürekli düşen askısına bir çare bulamaması ve şarkıları söylemeden önceki "şimdi söyleceğimiz şarkı şu filmde seslendirildi galiba, adını da bulamadık, öyle işte" nevinden girişleri dışında nefisti. Aşağıda ve yukarda alıntıladığım üç şarkıyı da seslendirerek beni mest etmekle kalmadı,İstanbul'da olmayı yeniden sevdirdi.Bu kadar mı "hey gidi günler"kokar bir grup, ne çalarsa çalsın bu kadar mı hüzün gizler?Tam da babamla dinlemelikti şarkılar. Dinledim.Fiziksel olarak olmasa da babamı da götürdüm yanımda.

kanat takıp uçurur da bu düşler,
uyandırır en tatlı yerinde,
gün ortasında sabah seherinde
hatırlanır yeniden...
yatak döşek yatırır da bu düşler...

Yazıyı şöyle bağlamak isterim.Size bir iyi bir de kötü tespitim var.

İyi tespit:Tıklım tıklım dolu olan salonun büyük çoğunluğu genç nüfustu. Bu iyi bir şey değil mi?
Kötü tespit: Arabanız yoksa çıkışta eve dönüş çok zor oluyor.Evet bu kötü bir şey.

Pazartesi, Mart 03, 2008

zulümle abad olmak

Zulümle abad olunur mu?
Peki bu nasıl olur?
İsraile dur diyen olmaz mı?
Bu yara daha ne kadar kanar?
Alıştık mı olanlara?
Gerçekten kaçan bir gol kadar üzülmüyor muyuz ölen çocuklara?
Üzgünüm...
"...
Şiirlere sığınıyorum
Düşlere
Anlıyorum çok geçmeden
Düşlerime kadar girmiş bıçaklar
Bir mum yakıyorum
Kapanmayan yaramdan.
Bu gece
Bütün çakıl taşları soluyor
..."
mahmud derviş'den

Pazar, Mart 02, 2008

imece

-Pek keyif almaz oldum bu aralar,
(hayrolsun, neyin var diyin burda).
-Bir şey yok aslında, bu netice bir şeylerin yokluğundan çünkü
( daha açık ol lütfen, rahatla diyin burda)
-Aynı şeyler, böyle bir ülkede yaşıyor olduğuna inanamama sendromu işte, bilirsiniz endisiuz country sendrome-ülkenin gidişatından endişe duymak demek-
(ah ah bilmezmiyizzz diyin burda)
-Sudan "Türkiye'den yüzbin iktisatci alacağız" dese de gitsek
(seni uyanık seniiii, işini de bilir diyin burda)
-Neyse sıkmadım umarım.
(saçmalama,senin yanında ömrümüz uzuyor diyin burda)

hahaha pis ukala.

Cumartesi, Mart 01, 2008

tahammül sorunu

Bazı Aleviler, bazı solcular, bazı Kürtler ve hatta bazı ( demokrat olmayan) liberaller bu türban konusunu önemsemiyor. " Bize ne onların taleplerinden " diyorlar. Arkadaşlar! Bu bir "hukuk devleti" mücadelesi... Elinizi vicdanınıza koyun: Kanunda yer almayan bir yasak olur mu yahu? Bugün türbana yapılan, yarın size yapılacak. Bilhassa Kürtler ve solcular bu " kanuna dayanmayan fiili yasakların " acısını çok çekti. O işkenceli, hapisli, yargısız infazlı günleri ne çabuk unuttunuz da, "türban bizim sorunumuz değil" diyebiliyorsunuz? Meselenin, türbanı değil, hukuk devletini savunmak olduğunu görmüyor musunuz? Ne diyeyim? Bravo yani...Emre Aköz

DogruBravo... Turban, onu takanlarin ya da takmayanlarin "baska ne dusundugu" ya da baska "neden korktugu" ile alakali bir konu degil, dupeduz hukuk devletinin ve ozgurluklerin varligi ile alakali bir konudur. Bu iki konu hakkinda samimi olan herkes, bugun turban ama ileride baska mecrada ortaya cikabilecek bu ozgurluk talebini desteklemelidir. "Korkular" kavramsal dusunemeyen insanlarin kabilesel refleksleridir. Esas kendisi devleti "ele gecirmek" isteyen kripto-faşist'lerin bu isteklerini ondan habersiz bir grubun uzerine yansitmalaridir. Endustriyel tek-tipcilik gostergesidir. Devletin hayatin her alanina hakim olmasini ongeren, insanlarin ne bildigini, giydigini, dusundugunu kontrol edebilecegini zanneden sosyalizmin kalintilaridir. Hizmet veren devlet degil, koyunvari yonetilmeye alisik Avrupai dusuncenin fosilleridir. Kendisine ve davasina guvenmeyen insanlarin tahammul edememesi gibi bir psikolojik gercegin disavurumudur.Murat Karun