Çarşamba, Aralık 31, 2008

ehliyet sınav soruları yayınlanmış.
ne desem inanırsın?
geçtim desem?
:)

ben bilmem beyim bilir

"yoksa.." demiş nahnu bey,"yoksa evlilik bloggerlara yaramıyor mu?"
tespite katılıyorum.
kendimden biliyorum.
biraz daha vakit gerek galiba postsuz geçmeyen günlere dönmeme.
eski parlak günlerime:p
haha kırk yıllık blogcuyum ya,
listelerde de hep bir numara oluyormuşum ya:)

Cumartesi, Aralık 27, 2008

oyuncak

sabaha ehliyet sınavım var.
evet bu yaş oldu bir ehliyet sahibi olabilmiş değilim.
şoför koltuğunun yanını sevenlerdenim ben.
öyle bir kesim varsa yani.
konusu oluyor muhabbet esnasında yok demek olmuyor.
çok gaza geldim.
oyalanacak bir şeyler ararken insan çabuk gaza gelebiliyor.
tavsiyelere uyup motora baktım biraz.
yeniden hatırlatmış oldu diferansiyel falan.
newton büyüksün.
burdan yola çıkıp kendi adıma insanlığa faydalı ne bırakacağım diye düşünmekten pek derse çalıştığımı söyleyemem.
bu pek matah bir şey değil.
çalışmamak hep yaptığım bir şey de değil.
ama olur da geçersem sınav nasıldı sorusuna,"yaa aslında ben pek çalışmadan geçtim,gözüm kapalı yaptım"diye cevap vererek hava atmayacağımı garanti edemem.:p

Cuma, Aralık 26, 2008

Pazar, Aralık 21, 2008

Au auuuuuuu

beşi bir yerdenin beşi bir yerde olmadığını öğrendim bugün.
beş tane altının aynı ip,kurdela,zincir vs. üzerinde belli aralıklarla dizilmiş haline deniyor sanıyordum.değilmiş.tekmiş.
lüzumsuz bir bilgi paylaşımı.
evet,olabilir.ama yirmibeş yaşında da olsa bir yanlıştan dönmenin hafifliğini yaşıyorum.

Cuma, Aralık 19, 2008

kibrit kutusu

onlarca dairenin olduğu apartmanlar...
nerde o eski bayramlar,meliha teyzenin böreklerine falan sarmayacağım konuyu.başka şeylerle sarıp sarmalayacağım.sanırım buna ihtiyacım var."bu çağa ait olmadığımı düşünüyorum" çoğu kez.(oh,sonunda kullandım ben de bu cümleyi,bu çağa ait olmamak,çok afili)yani yuvaların birer beton çizgiyle ayrılmış olmasını çok garipsiyorum.küçükken,büyükşehir nedir bilmezken apartmanlarda sadece akrabaların oturduğunu sanırdım."halam yine bağırıyor çocuklara sesi buraya kadar geliyor","babannem yine döktürmüş, apartmanı sardı yemek kokuları" denmeliydi sanki.öyle olmalıydı çünkü.ancak birbirine kan bağı olan insanlar bu kadar yakın oturabilirdi.saf.demek istediğim yuvaların birer beton çizgiyle ayrılmış olmasını çok garipsiyorum.apartmanlarda sadece akrabaların oturduğunu sanırdım.halam yine bağırıyor çocuklara sesi buraya kadar geliyor","babannem yine döktürmüş, apartmanı sardı yemek kokuları" denmeliydi sanki.öyle olmalıydı çünkü.ancak birbirine kan bağı olan insanlar bu kadar yakın oturabilirdi.saf.
demek istediğim...
saf.

Cuma, Aralık 12, 2008

ankara havası

biraz duygusal, biraz dert sahibi ya da 'derdini' arayan kimselerin yolunun bir ara Ankara'dan geçtiğine olan tuhaf bir inanca sahibim.
ne zaman Ankara diyecek olsam yanımdaki bu kimselerden, yanımda kimse yoksa kendi iç sesimden*, "Ankara, hüznümün şehri;soğuk terminalleri ve gri caddeleri..."ile başlayan cümleler duyacakmışım gibi gelir.ne zaman Ankaraya'ya yolum düşecek olsa bir mahzunluk,bir sudan çıkmak üzere olan balık şaşkınlığı çöker. öte yandan yolda uyumak yerine yolları izleyip derin düşüncelere dalma gerekliliği hisseder,dergimi kitabımı kolumun altında göstermeye gayret ederim.
ımmm..Buraya kadar iyi hoş da burdan asıl geçmek istediğim konuyu unuttum.bağlantı hatası yani.
neyse...
Ankara dedim de, Yunanistan'daki olayları anlamak için güzel bir analiz.
burdan buyrun.


*burda kendimi de dünya meselelerine kafa yoran biri gibi göstermek niyetindeyim.
bu vapur bensiz gitmemeli:p

Çarşamba, Aralık 10, 2008

bayramlık

bayramımız mübarek olsun galaksideki saygılı insanlar.
daha nice bayramlara...
evde bisssürüü çikolata şeker var.
nooolur çocuklar bize de gelin.
çocuklar bize de gelin.

Çarşamba, Aralık 03, 2008

mahalli seçimler ve ben

Horoz ölür, gözü çöplükte kalırmış; akademik hayatın arka penceresinden izzet ü ikbâl ile firar edip soluğu Ziraat Bankası'nın emeklilerin özlük işlerine bakan kasvetli ara kat salonlarından birinde toparladıktan sonra bir ara aynaya göz attım,

- Böyle mi olacaktı, hani seninle Türkiye'yi kurtaracak; kurtarmakla bile yetinmeyip ensesinden kavrayarak şööyle asırlar üzerinden sıçratarak muasır medeniyetlerin önünde seyrangâh ve sulak bir yere yumuşak iniş yaptıracaktık, diye kahırlandığını duydum birisinin. Bıdıbıdı yapan aynadaki sûretim olmalıydı. Dişlerimi gıcırtarak, "sen öyle zannet" diye homurdandım. "Önümüzde mahallî seçimler var, şu yakınlarda siyaset dünyasının en mûtena mevkiilerinden birine paraşütle iniş yaptığımda çok mahcup olursun."

- Güleyim de boşa gitmesin bari, dedi aynadaki yaşlı ve kırışık yüz. "Atı alan Üsküdar'ı geçiyor oğlum; baksana, yıllardan beri dalga geçip durduğun CHP, İlahiyat dünyasının yetiştirdiği nâdir starlarından Beyaz Hoca'yı kaptı bile.

Ya sen?

."


a.turan alkan

ne ka güzel söz

bir insan çok sevdigi birini kaybettiginde en çok neye üzüliy istey misin söyleyem,
son sözlerini söyleyemedigine...
şimdiyse söyleyecem ona ne ka güzel söz var ise söyleyemedigim ama biliyim, biliyim söyleyemeyecem hepsini,
hep kalacak bir angi söz ne söyleyememişim
te o söz, o söz yakacak canımı bir ömür...


vahide'den(elveda rumeli)

Salı, Kasım 25, 2008

kaynama noktası

sol elle yemek yemeyi modernlik sanıyorlar.
zor denk getiriyorsun ağzına, zorun ne?

ya alaturka tuvalet bulmakta yaşadığım güçlük niye?
burası neresi?
en muhafazakar görünen yerde bile..
o darbuka vecelerden nefret ediyorum.

haberleri izledikten sonra kötü duygularım kabardı.
öğretmenler günü mesajları okunuyor.
"laik,cumhuriyete bağlı....başının içini ve dışını örtmeyen nesiller yetiştirebilen öğretmenler mesleğini yerine getirmiş demektir.."gibi bir şey duydum galiba.
...

küfredebilen biri olamadım hiç,ama bazen gerekiyor.
küfretmek kalbin yelpazesiymiş.*
edemedim, darlandım.


*mevlana(sanırım)

Pazar, Kasım 23, 2008

karakoy

gel zaman git zaman...
iskele çökmüş ya:S
bir sürü söylenti var tabi.
bakımının ihmal edildiğinden tutun da yeni ihaleler için bilinçli çöktürüldüğüne kadar.
sabah gidiyorsun bir bakıyorsun,
no office.
no cry
iyimserim ben.
ya ekonomik olarak batsaydı:p
kriz felan.
gidilecek bir iş yerinin olmaması gidecek bir işin olmamasından daha iyi olmalı.
kesin.

Cuma, Kasım 14, 2008

zavallı mürahika

Öyle bir yaşta idim ve öyle bir mizaçta idim ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki, yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum. Yalana her şey isyan etmelidir,eşya bile:damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır,camlar kırılmalıdır, hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan...Zavallı mürahik...
Nüzhet bana yalan söyledi.

Dünyanın hiç bir Nüzheti yalan söylememelidir.

dokuzuncu hariciye koğuşu'ndan

Çarşamba, Kasım 05, 2008

dış ses

yolda yürürken arkanızdan önünüzden
hrrrrrrrruhağğğğğğğğğğğğğğ tuhhh diye bir ses gelirse
korkmayın.
mahlukatın biri yola tükürüyordur.
ya da korkun ve hemen uzaklaşın.
sana insan diyenin...

Çarşamba, Ekim 29, 2008

kabul günü

kanalları dolaşıyorum.
oldum olası sevmişimdir gezmeyi.
kırmızı giyinmiş sunucu bayan bağıra bağıra cumhuriyetimizin 85. yıldönümü kutlu olsun diyor.
sonra stüdyodaki kişinin talibi gelmiş,onu davet ediyor.
...
kırmızı giyinmiş bir bayan sunucu diğer kanalda
Atatürk portresine karşı:
Atam Atam sen hiççç merak etme biz izindeyiz..
yüzü resme dönük,birebir hissetmek istiyor.
sonra üstü başı dökülüyor.
...
kırmızı giyinmiş bir adam onuncu yıl marşını seslendiriyor süper sesiyle.
sonra son günlerin yıkıp geçiren şarkısının sahibiyle koyuu bir sohbete dalıyor.
...
kırmızı giyinmiş bir kadın...
sonra kapı zili.
çok şükür.

Salı, Ekim 28, 2008

reenkarnasyon II

rüyamda bloğuma ulaşamıyordum bir türlü.
rüya işte,uyandım ve bitti.
Türkiye'nin kredi notu yükselse bu kadar makbule geçerdi hani.

Perşembe, Ekim 16, 2008

yaprak dökümü

.........

eylül toparlandı gitti işte
ekim filan da gider bu gidişle.
...

t.uyar

Salı, Ekim 14, 2008

bir çok giden memnunki yerinden..

"bir bloğum olmalıydı tez zamanda,oldu mesudum.
insanı hafifleten bir şeyler..yazma hissi de bunlardan biri olsa gerek. insan yazdıkça sanki daha da sakinleşiyor." demiştim bloğu törenlerle açtığım gün.
evet hala çok mesudum.
bir zaman sonra da şunları dökmüşüm satırlara."..küreselleşen dünyada bloğumun sürdürülebilirliği konusunda fikir sahibi olmaya çalıştım. Mevzu derin, hayat kısa, sanat uzun...**Alt limit bir yıl diyorum.Kabul edenler?Edilmiştir. Geçen yıl bu zamanlarlı cümleler kurmak, zaman ne de çabuk geçiyor Mona ,saat onikidir demek,ayayayyy.

Söndü lambalar.Hadi uyuyalım da turnalar girsin rüyamıza."

velhasıl çok iddialı olmamak gerek:)
diyorum ya hep hayat ne tuhaf.
gerçekten öyleymiş,bloğumla beraber o kadar çok şey oldu ki hayatımda, yazmaya alıştım sanmışken, birden uzağında buldum kendimi.yetişemedim peşinden.
göründüğü kadar kolay değilmiş,vakit ayırmak,emek harcamak gerekirmiş.bugün de lakırdı'da okuyunca,hah dedim agzımdan aldınız.

yo yoo bir yere gittiğim yok,buralardayım yine ben.boynumu da büktüm.sadece üç beş okuyucusu olan bir blog yazarı olarak bu işin hakkını veremediğimi farkettim ben de.çok hevesli olmak,yaşanılanları biriktirmek yetmiyor tek başına.
yazmak başka zanaat.
siz daha iyisine mi layıksınız ne:p

Salı, Eylül 30, 2008

hayat sadece nükte

Varta

Dokunmaya takatin varsa
Kalbini pörsüten zamana dokun
Bir tekrar üzre her daim korkarak
Anlamak sana ne sunar
Anladığını sanmaktan başka

Soruların kavsinde dönerken cevap
Bozuldukça üşütür seni tılsım
Sorulur elbet soru niyetine hesap
Parçalanmış dünyanın kirini atarak
Besmeleyle açılan ne varsa
Yazılmıştır alnına
Bir daha kapanmamak

Bu nağmenin nakaratı noksan
Pulu fazla bu nâmenin
Söz bir anafordur yutmazsan
Yutar seni bir harf gibi
Düş dediğin nükseder
Aklımdan düş dedikçe

Hayat sadece nükte

f. m. tiyanşan

dün bir, bugün otuz

çok şükür, yine bayram.
bayramlaşmaya gelenlere sürpriz hediyeler aldım.
el öptürme, harçlık hazırlama, küçüklerin saçına kolonya dökme yaşındayım artık.
ya o değil de çok çabuk geçti yine Ramazan.
büyümekle ilgili olabilir mi?
ı ıh.

Pazartesi, Eylül 22, 2008

bu aralar ramazan

uuuu saat de baya olmuş,
kalkayım artık ben dedim,dedim de ne çare bırakmadılar.
ne çok zaman olmuş öyle,
güzel oldu ama, yani başıma gelenler.
mail kutum dolmuş taşmış okur iletileriyle.
nerdesin diyip özleyenler,
bu kadar mıydı yani diyip hayal kırıklığı yaşayanlar,
bir ses ver yahu deyip endişeye düşenler falan.
yazmak isterdim.
ama nerdeeeee!
çok rencide oldum.
insan bi merak eder bu kız kuyuya mı düştü diye.
kendimi küçük ibo gibi hissediyorum.
öyle işte.
ha bi de HAYIRLI RAMAZANLAR.

not: sevdiğim ancak uzun süreli sessizliğe bürünen bir bloğu bir gün açıp yeni bir yazı gördüğümde içim kıpraşıyor.umarım bu yazı da öyle bir kıpraşma uyandırır:pp.evet ilgi istiyorum,şımartılmak istiyorum.

Pazartesi, Ağustos 04, 2008

la la la laubali

giderken götürmeyi unuttuğum bloğuma,

kısa bir süre sonra döneceğim.
bir ay tatil mi olurmuş, ülkede neler oluyor sen geziyorsun deme,
gezmiyorum,mühim işler peşindeyim.
notlar aldım bir sürü.
döndüğümde yazarım tek tek.
umarım.

beni yoran tek şey ise seni özlemek,
keskin, acı,
insanın canına sahiden dokunan bir şey yokluğun.
ne garip,
varlığın,yokluğun;
varlığım,yokluğum.

kabul et,bir bloğa yazılabilecek en içli özlem ifadeleriydi.
daha iyisi varsa beri gelsin.
mümkün değil.
ukalayım ezelden.

Cumartesi, Temmuz 12, 2008

ergenekon 2

karına yuvası varmış.
karıncalardan biri valizini ite ite kan ter içinde yuvadan çıkmaya çalışıyormuş.*
bir yandan da söyleniyormuş mırıl mırıl:
"yeraltında yaşamayı istemiyorum artık"


rüya görmüş map.
ilginç geldi.
ben görsem bu kadar olurdu.
belki bir kahramanlık ya da bir devrim hikayesinin başlangıcı olacaktı uyanmasaydı.
köyden kente şöhret olmaya gelen kız benzetmesi de yapabilirdim.
ya da sürüden ayrıldığı için kapılan kurt.
ya da çıktığı kabuğu beğenmeme durumuna benzetebilirdim.
ama bunu yapmadım.
bence bu rüya karanlık işlerden, yer altındaki binbir rezillikten sıkılan hamuru temiz bir karıncanın mücadelesini konu alıyor.
öyle olmalı.


*hayal edilerek okunması tavsiye edilir.karınca,valiz,uvv datlu çok:)

ahh

bi süredir dilimde bu satirlar var.
ah diyorum ne kadar da doğru,
kimselerin vakti yok gerçekten.


"ah, kimselerin vakti yok
durup ince şeyleri anlamaya

kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
bakıp kapatıyorlar
geceye giriyor türküler ve ince şeyler.


gülten akın/ilk yaz'dan

Pazartesi, Temmuz 07, 2008

bir bir biribirilerine

bana ergenekonun resmini çizebilir misin abidin?

bunca iş güç arasında takip etmek zor oluyor.

ama yine de saydım kaç kişiler.

...
Sonra bir çağ geldi
baktım kafamda karıncalar vardı
sonra yapılardan yollardan bıkmıştım
ıssız sokaklar beni ürkütüyordu
kötü meydanlarda boğuluyordum
suları borulara almalarına kızıyordum
hele hele hep düğmelere basıp yaşamalarına çok çok içerlemiştim
sonra kalkıp afrikaya gittim
ohh afrikaya

erdem beyazıt/gölgelere dair'den

Çarşamba, Temmuz 02, 2008

senden önce senden sonra

Nur salkımısın
gül ki bahar bahtıma yansın
Sen başka ziya başka hayal başka zamansın
...

gündem

ehömm şarkı söyleyeceğim:

Sanki senden sonra her şey yasa dışı
Her şey illegal
Her şey suç unsuru
Senden sonra dünya kapkaranlık ve kocaman
Sanki yangın yeri
Sanki suç mahalli

evet böyle bir şarkı var.
artık anladım: Türkiye tam bir hukuk devleti.
bakın gerçekten öyle.
ben bi elimi yüzümü yıkıcam.

Pazar, Haziran 29, 2008

arap kızına

birbirine aşık iki bulut çarpışıyor ,
ardından birbirlerinin canlarını yaktıklarını düşünüp ağlamaya başlıyor ikisi de.
yağmur işte bu gözyaşlarıdır derler.
kim der bilmiyorum,eski yunanda falan galiba.
duymuştum.
uyduruyor da olabilirim.
ahhaa ay galiba uyduruyorum.
zira hava bana feci ilham verecek gibi.
bayılıyorum şu serinliğe.
serinlik mi dedim?
evet yağmur yağıyor şakır şakır şakır
ya Rabbi şükür şükür şükür.

Allah'ım başka bir şey daha isteyebilir miyim?

Cumartesi, Haziran 28, 2008

kürkçü tükanı

sıcak bir insanım.
ama sıcağı hiç sevmiyorum.
kendimi seviyorum o ayrı.
soğuk insanları sevmiyorum
ama soğuğu sever gibiyim.
istanbul çokk sıcak.
sanki başka zaman yoktu eşya bakacak.
neyseki her üç mağazadan dördü mobilyacı,perdeci,beyaz eşyacı,halıcı.
dört adımda halletmek mümkün.
ama öyle yapılırsa iki yaka bir araya gelmez.
ne yapmak lazım.
yüz tükana girip fiyat,kalite araştırması yaptıktan sonra ilk girdiğiniz yere dönüp almak lazım.
homo ekonomikusum diyorsan böyle.
böyleymiş.
yorgun argın.
argın ne hoş geliyor kulağa.
oğlum olsa adını argın koysam.
istanbul çok sıcak.

Salı, Haziran 24, 2008

tuttuğun altın olsun

kabul edilen yeni yasada:
- evlenecek kişilere arkadaşlarının en az iki çeyrek altın takması ve beşi bir yerde takılmak isteniyorsa bunu en fazla iki kişi bir araya gelerek yapmaları gerektiği konuları ayrıntılı olarak düzenlendi.

yoksa gelmeniz bile yeterdi, gerçekten.

Pazartesi, Haziran 23, 2008

filaşşş

kertenkelem ölmemiş.

anne: aslığğğ poşet getir,kertenkele var odanda.
abi : anne aslı'nın o, haberi var.bırak.

Salı, Haziran 10, 2008

çığ

mağazalar cıvıl cıvıl,
pespembe,ne kadar da şirinler öyle.
küçük kız çocuğu elbisesi tasarımcısı olmak istiyorum.
ya da küçük kız çocuğu olup o elbiseleri giymek.
küçük kız çocuğu olup babamin elimden tutmasını istiyorum.
ya da küçük kız çocuğu olup elini tutmak.
küçük kız çocukları ağlayabilir hem,
bağıra çağıra.
şimdi küçük bi kız olmalıyım.
özledim.
her gün.
biraz daha fazla.

Perşembe, Haziran 05, 2008

gölgelerin gücü adına,güç bende artık

dış ses:
hayırlı olsun,artık ikinci bir yasama organımız var.
vatandaş :
anaaaaaaa
dış ses:
anaaa yaa, anayasa mahkemesi, iptal etmiş. e haklılar, siz kim oluyorsunuz da bir başınıza türban serbestliği falan öngörüyorsunuz? hem havalar da sıcak, açsınlar tabi yav.
vatandaş :
iyi oldu iyi, chp bazen yetemeyebiliyordu. Chp sıkıştığı yerde hakimler girer devreye, laik düzenimiz tehlikeye girmez.Uvv Tanrı Türk'ü korusun.
dış ses:
e tabi. hem onlar da sıkılmaz artık sadece yargılamaktan, yargılar, yasar, asar, keser,..
vatandaş :
beş beş beş beş..
dış ses:
ne beşi yahu?
vatandaş :
isterüz isterüzzz
dış ses:
???
vatandaş :
sıra yürütmede, bunca şeyi yürütme tek başına yapamaz, yürütsünler de,nolur nolur?
dış ses:
aaa çok yüklenir oldunuz ama siz de, az ile yetinmeyi öğrenin. ama yine de zaman ne gösterir bilinmez tabi. belki yürütürler de ilerde.
vatandaş:
yürrü yavrum yürüü fistanını sürrü...

yine de şahlanıyor ammannnn

Altınların parlaklığı...
Laflar şakırdamaya başladı mı benim kuşkum artar.
Çünkü şakırtılı bir hamaset her zaman bir "kofluğu" ya da yalanı gizlemek için kullanılır.

Siz hiç, "binlerce şehidin kanıyla sulanmış bu topraklarda yakalandığınız boğaz enfeksiyonu ancak büyük önderimiz sayesinde iyi olacaktır," diyen bir doktora rastladınız mı?
Böyle konuşan bir doktora gider misiniz?

Doktor, hastalıktan emin olduğunda net konuşur.
"Boğaz enfeksiyonu var."
Arkasından da reçetenizi yazıp ilacınızı vererek tedavinize başlar.
Tıbbın ciddiyeti bunu gerektirir.

Peki, hukuk tıptan daha az ciddi bir iş midir?
Yargıtay Başsavcısı'nın, AKP'nin kapatılması için verdiği mütalaayı okudunuz mu?
2008 yılında açılan bir parti kapatma davasında başsavcı şöyle diyor:
"Kurtuluş Savaşı sadece yabancı işgalcilere karşı değil, onun içteki işbirlikçisi irticaya, din istismarcılarına karşı da verilmiştir. İrticanın kendi ulusuna ihanetleri, Kurtuluş Savaşı ile de sınırlı değildir. Cumhuriyet kurulduktan sonra da Şeyh Saitler, Derviş Vahdetiler İngiliz altınlarının parıltısıyla ve şeriat devleti-hilafet çığlıklarıyla ayaklanmışlar, binlerce şehit kanı dökmüşlerdir."
Eee, madem öyle kapatalım o zaman AKP'yi... Yani bu kadar ikna edici bir "iddia" karşısında kim bir siyasi partinin kapatılmasına karşı çıkabilir?
Vahdetiler "İngiliz altınlarının parıltısıyla" ayaklandıklarına göre AKP'nin mutlaka kapatılması gerekir.
Başsavcının sözleri karşısında ikna olmamak mümkün mü?
"Binlerce şehidin kanının döküldüğü bu topraklarda yakalandığınız boğaz enfeksiyonu..."
Yargıtay Başsavcısı doktor olsaydı herhalde teşhisini de böyle ifade ederdi.
Pek de etkili olurdu.
Üstelik bizim başsavcımız sadece "açık" olanı değil, "gizli" olanı da görebiliyor.
"AKP, laikliğe aykırı faaliyetleri nedeniyle kapatılan FP'de liderlik mücadelesi veren, kaybedince de ayrılan bir ekip tarafından kurulmuştur. FP'nin siyasi deneyiminden ders çıkarmış, siyasi amaçlarına açık eylem ve söylem yerine birkaç aşamada ve örtülü bir programla ulaşmayı hedeflemiştir."

Yani bayıldım bu açıklamaya.
"Benim elimde hiçbir kanıt ve belge yok ama bu partiyi kapatmak istiyorum" cümlesi bundan daha veciz ifade edilemezdi.
Şu cümleyi bir daha okuyun.
"Siyasi amaçlarına açık eylem ve söylem yerine..."
Bu ne demek?
"Ortada suçlanacak açık bir eylem ve söylem yok" demek.
Peki, ne var?
"Örtülü bir program var."
Başsavcı "örtünün" altını nasıl görüyor?
Onu bilemiyoruz.
O başsavcı... Canının istediğini görür... Örtünün altını üstünü...
Hatta o kadar yeteneklidir ki olmayanı bile görür.
Öyle biri o...
Bir tür röntgen cihazı.
"Açık eylem ve söylem yok ama örtülü bir şey var..."
Bu net "kanıt" karşısında kim "siyasi bir partiyi kapatmayalım" diyebilir ki?
Belki Avrupalılar.
Ama biliyorsunuz, onlar bize düşman, o yüzden hukuk deyince mutlaka "kanıt olması" gerektiğini söylüyorlar.
Dostumuz olsalar, bir partinin kapatılması için somut kanıtlar ararlar mı?
Bakın başsavcı, halkın ve bu ülkenin dostu, o yüzden de kanıt falan aramıyor.
"Binlerce şehit, parlayan altınlar, Derviş Vahdeti, açık olmayan eylemler, örtülü programla" bir partiyi kapatmak istiyor.
Zaten bu Avrupa Birliği denilen şey sadece "düşman" değil, aynı zamanda "aptal ve saf", AKP onların bu "aptallığından" yararlanarak "AB ile müzakere sürecini laikliğe aykırı faaliyetler için uygun ortam olarak değerlendirmiş, ülkemizde kendi siyasal gelişimi ve hedeflerine engel olarak gördüğü bazı kurumları tasfiye etmek-etkisizleştirmek için kullanıyor."
AB ile müzakere ettin mi rahatça laiklikten uzaklaşabilirsin çünkü bu AB laiklikten nefret eden bir "teokratik" düzendir... Kim ki AB ile müzakere eder, mutlaka gizli bir "şeriat" hevesi vardır.
Biz zaten Viyana kapılarına dayanmış ataların ahfadıyız...
Şahlanıyor da aman kolbaşının kır atı...
Aslında bu AB dedikleri habisler, açık eylem ve söylemlerle olmasa da "örtülü programlarla" elde edilmiş şeriatçılar birliğidir.

Ve, asıl kapatılması gereken melanet de odur, lakin bazı "düşmanlar" başsavcıya AB'yi kapatma yetkisi vermiyorlar.
"AB'nin karakteri Derviş Vahdetiler ve parlak İngiliz altınlarıdır."
Örtünün altını görüyorum, örtünün altını.
Kimse görmüyor, bir ben görüyorum, bir de başsavcı görüyor.
Hukukun hası budur mirim.
"Binlerce şehidin kanıyla sulanmış bu topraklarda sizde biraz asabiyet ve saçmalık var..."
Yaşasın hukuk ve mambo İtaliano...
Oleyyyy...


ahmet altan/taraf

Pazar, Haziran 01, 2008

son ütücü

-evlilik ne biliyor musun?
-neymiş?
-elbiselerinin ütülü olması.
-nasıl yani, bu mu evlilikten anladığın?geçen günlere yazıkk, dabadabadammm yazık etmişsin gönül sen, öyleyse hiç sevmemiş sevilmemişsin gönül sen demek istiyorummm sana.ne güzel söyledim.
-hayır hayır düz yaklaşma. uygun kişiyi bulduğunda yani,düşünsene birisi çıkıyor karşına,doğru birisi ve hayatındaki tüm kırışıklıkları ütülüyor.böyle bir şey evlilik.güzel bir şey.
-tersi de mümkün ama ,zar zor ütülediğin gömleğinin üstüne oturup kırıştıran bir türü de olabilir.
-olmasın ama.lütfen.
-amin.

Çarşamba, Mayıs 28, 2008

PİTİTİ(posta-internet-telefon-internet-telgraf-internet)

PTT 'den aldığımız habere göre:
"internet ve elektronik posta kullanımının artmasıyla birlikte son yıllarda unutulmaya yüz tutan ve çok eski bir maziye sahip olan telgraf hizmeti, PTT Genel Müdürlüğü’nce "Telgraf çekmek hiç bu kadar kolay ve renkli olmamıştı" sloganıyla telgraf yollamak isteyenlere hızlı ve kolay bir olanak sağlanıyor. Telgraf çekmek hiç bu kadar kolay ve renkli olmamıştı" sloganıyla hayata geçirilen "e-Telgraf" projesi sayesinde "www.ptt.gov.tr" adresini ziyaret edenlerin sevenlerine telgraf yollayabilecekler."

:)
(:(:
:):):)

Pazartesi, Mayıs 26, 2008

işte bu!

Buldum buldum!...

Hani o haber vardı ya, hatırlayacaksınız; TBMM üyelerinin, tâ 23 Nisan1920'den başlayarak bugüne kadar kaç para (daha doğrusu kaç Ton Reşat altını) aldıklarına, daha doğrusu "ezdiklerine" dair o muhteşem iktisat tarihi araştırmasından bahsetmiştim size.
O haberi alın, bu günlerde havalarda uçuşmakta olan bildiri curnatasının (bıldırcın bereketi!) üzerine vurun, bakalım ne mânâ çıkacak?
Diyor ki, "bakın bunlara seksen küsür senedir tonla altın verdik, netice sıfır; hâlâ burunlarının dikine gidip, 'çoğunluk bizde' diyerek laikliğin cildini tahriş eden saçma kanunlar çıkarıyorlar; engelleyemiyoruz. İnsan bir büyüklerine sorar, vb..."


Lâfı uzatmadan meselenin kalbine iniyorum.
Bu akıl yürütme tarzının isabetinden şüphe etmiyorum; bu ülkenin yasama faaliyetleri, 'seçimle geldim' diye böbürlenen 550, pardon 340 kişiye bırakılamaz. Seçilme şartlarına bakın hele bir; elini kolunu sallayan vekil seçilebiliyor. Olmaz, olabilemez.


Ne yani, bizim de bir Meclisimiz olmasın mı demeye getirmekteyim? Hâşâ! Meclis olsun, en azından ele güne karşı lâzım oluyor. Burada mesele, Meclise kimlerin seçilmesi (veya atanması) gerektiğidir.
Çaktırmadan düzen değişikliğine gittiğini zanneden, kanun yapma gücüyle dilediği düzenlemeyi yaparak ülkeyi ortaçağ karanlığına götürürken öteki eliyle de çalıp çırpmaktan geri durmayan bu bednam oluşumu engellemek için, meclise nasıl kişiler atamalıyız?
Bakınız, yüksek yargı kurumlarından emekli olanlar, en verimli oldukları çağda işi bırakıp ortalıktan çekiliyorlar; böyle şey olmaz. Yüksek yargı emeklilerine yeni Meclis'in üçte birini kontenjan olarak tahsis ediyor ve itiraz istemiyorum. Her dönem kimlerin seçileceğine Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu karar verir, olur biter.


Kaldı üçte iki: Bu miktarın yarısını Yüksek komuta heyetinin emeklilerine tahsis ediyorum. Listeyi Yüksek Askeri Şûra yapsın. İtirazı olan?.. Güzel. Kaldı üçte bir. Üçte birin yarısını emekli öğretim üyelerine ayırıyorum ama bunlar arasında iyi bir eleme yapılmalı. 12 Eylül'den sonra Üniversitelerde önüne gelen öğretim üyesi yapıldı. Bu konuda kararı eski YÖK başkanlarından ve demokratik (!) eğitim sendikaları başkanlarından oluşacak bir komiteye bırakıyorum. Nasıl?..
Ne kaldı geriye? Yargı tamam, ordu tamam, ilerici üniversite hocaları da tamam. Hah; geriye kaldı demokratik sivil (!) toplum kurumlarının yöneticileri. Bu kişileri nasıl belirleyeceğiz? Kolay: Vatan, Hürriyet gibi gazetelerin web sitesine anket linki koyarız, en çok tıklananlardan başlayarak kontenjanı doldururuz. Okey mi; okey!


Bu memleketin ilerici ve demokrat kesimlerine sesleniyorum; böyle bir meclis, Laik ve aydınlatılmış Türkiye için hayırlı olur mu olmaz mı?
Bir defa ülkenin bütün dinamikleriyle doğrudan bağlantıya geçilerek saçma-sapan kanunların çıkarılması kontrol altına alınmış olur; sâniyen, bunca yıllık mesleki tecrübe ve eylem halindeki yurt sevgisi dinamiklik ve dirimsellik kazanır. Sâlisen, anayasal yargıya felan lüzum kalmaz, hatta anayasaya bile hâcet kalmaz diyeceğim ama demiyorum. Râbian, seçim masraflarından iktisat. Hâmisen... bir dakika yahu, Meclis'e çekidüzen verelim derken hükümeti unuttuk!
Bu hususta iki teklifim var. İlki şu: Danıştay yürütme erkini üstlensin; Sayıştay, Danıştay'ı mâli disiplin bakımından denetlerken Anayasa Mahkemesi de Yargıtay'ı kolaçan etsin (bkz. "Buldum, buldum-1"). İkinci teklifim daha güzel ve nostaljik unsurlar taşıyor; buna göre hükümeti kurma görevini CHP'ye veriyorum. Deniz Baykal kayd-ı hayat şartıyla başvekil, Önder Sav Diyanetten sorumsuz devlet bakanı olsun. CHP'yi Meclis denetlesin.


Çok değil, üç senede Üçüncü Dünya ülkesi olmazsak, yakarız bu gezegeni biz!

a. turan alkan

hahaha süperrrr.yakarızzzzzzzzzzzzz

yakarız dedim de aklıma düştü,
kertenkelem öldü.
sizin hiç kertenkeleniz öldü mü?
benim öldü.
şok oldum.

of not being..

...

herşey çok yetersiz senin için
herşey sana çok fazla
ayıklarsan ayık durabiliyorsun
aranı açıyorsun kendinle
eşyayı araladıkça
uyanmanın bedeli serapları fedadır
uykuyu tadayım dersen
kâbusa dalmak pahasına.
Tarihe dersini vermen gerek
yoldan ayrılamazsın
yediremezsin sokulmayı kendine
tabiatın apışaralarına
ne yıkılmış bir tapınağın suskunluğu
durdurabiliyor seni
ne gürültülü bir havra.
Yükün ağır.
He's so heavy
just because he's your brother.
Kardeşlerin pogrom sana.
Dostlarının eşiğine varınca başlıyor
senin diasporan.
Herkesin bahanesi var, senin yok
günahlı bir gölgenin serinliğinde
biraz bekleyebilirsin, daha sonra
burada kalamazsın, başa dönemezsin
ama dön
Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!
Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!
Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!

ismet özel

Çarşamba, Mayıs 21, 2008

national geographic

bir haftayı aşkındır bir kertenkeleyle birlikte yaşıyorum odamda.
pencereden girmiş olmalı.
yoo ormanda değil, gayet de şehrin ortasında yaşıyorum esasen.
neyse zaten evcil bir şeye benziyor, lerzan mutluyken o da mutlu misal.
hissettim bunu.tv kapanınca durgunlaşıyor.
normalde amuda kalkıp dolaşıyor da evde.
alıştım da varlığına.
eve girer girmez "kertenkelemi gören oldu mu"diye soruyorum hemen.
özlüyor insan bi yerde.
isim de koydum ona.
ancak bir kaç gündür gözükmüyor ortalıkta.
sanırım kitaplığımın altında ya da kitaplarımın içinde.
kurumasa bari.
bu bilgiyi neden paylaşıyorum peki.
kısmetse kısa bir süre sonra taşınacağım da.
kitapların falan kolilenmesi lazım.
şöyle ki,
yaa korkuyorummm işteeeeeeeeeee:S

Pazartesi, Mayıs 19, 2008

etkisiz eleman

yokluğu daha az zor olmaz ki hiç olmayınca.
ama "hiç" olunca çok zor olur.

Pazar, Mayıs 18, 2008

şuursuz

kitaplıktan bilgisayar monitörünün sol üst köşesine doğru sarkan ipi mouse kullanarak itmeye çalışırken buldum kendimi.
olmadı, itemedim.
denemeyin boşuna.
gerçekten.

Perşembe, Mayıs 15, 2008

üstü kalsın

Bugün öğrendim ki, diğer bütün borçlarıma bir de uyku borcu eklenmiş. Krediler, kredi kartları vesaire derken her gerçek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gibi borç içinde yüzüyorum. Ancak bugüne kadar hiç uyku borcum olduğunu düşünmemiştim.
Sabah uyku borcu tahsilat müdürlüğünden kapıya dayandılar. "Bizdeki kayıtlara göre geçen yıllara ait uyunmamış 3200 saat için müdürlüğümüze borcunuz var. Hemen zıbarıp uyuyun." dediler! Eğer geçmişte uyumadığım uykuları uyumazsam ileride bir sürü sıkıntı çekecekmişim. Beynimi sis kaplayacak, görüşüm azalacak, hafızam zayıflayacakmış. Uyku borcumu ödemezsem ilerleyen yıllarda kalbim de tekleyebilirmiş...
Uyku borcumu taksitle ödemek istediysem de kabul etmediler. "Her gün bir saat fazla uyusam" dedim. Olmaz dediler. İlk önce uzun bir tatil yapıp, bol bol uyumalıymışım. Vücudum ancak bundan sonra tekrar dengeye gelip doğal uyku düzenine yakınsayabilirmiş. Sizin anlayacağınız uyku borcumuz biriktiyse bir an önce kendimize bol bol uyuyacak bir zaman ayırmamız gereliyormuş. Ancak ondan sonra kalan borcu taksitlendirebiliyorlarmış.
Google'dan baktım. Uyku borcu tahsilat müdürlüğü, vücudumuzun içinde bir yerdeymiş. Yani aslında kendimize borçlanıyormuşuz az uyuyarak. Borcumuzu ödemediğimizde de içeriden sıkı ceza kesiyormuş vücut. Bir teoriye göre günde kaç saat uyumamız gerektiği genlerimiz tarafından belirleniyormuş. Kimimize 8 saat uyku yeterken kimimiz 6 saat uykuyla yetinebiliyormuş. İşte genlerimizin belirlediği bu uyku limitinin altında uyuduğumuzda borçlanıyormuşuz ve vücudumuza ciddi zararlar vermeye başlıyormuşuz.
Yıllardır az uyku ve bol kahve ile yaşayan biri olarak bu uyku borcu meselesini öğrenmek beni pek sevindirmedi doğrusu. Üstelik gelecek günlerde de borcumu ödeyebileceğimi sanmıyorum. Umarım genetik kodum beni 5-6 saat uykuya programlamıştır...

(Gen mühendisleri odası uyuyor mu?)

*NEA

Borcumu ödemek istiyorum bu aralar, fazlasıyla hem de, üstü de kalsın nolur.

hamiline not

"Gayri Safi Milli Hasıla, aslında insanlara “Sen kaç paralık adamsın, ulan?” demenin bilimselleştirilmiş karşılığıdır."
kiralık dairelere bakarken aklıma neden bu cümle geldi bilmiyorum.

edit: ben sildim.ben sildim.

Pazartesi, Mayıs 05, 2008

ruhun OHAL'i

"ay benim bir bloğum vardı,
unuttum,
gideyim de bir şeyler karalayım"
diyerek blog yazarı olunmaz.
peki ne olunur?
aşık bir blog yazarı olunur.
ama ben hiç tasvip etmem öyle şeyleri. burdan da etmiyorum hatta bir kez daha, tasvip yani, etmiyorum.ne oldu elime mi yapıştı etmedim de. yoo gayet de güzel etmedim, tasvip.tas-v.i.p. diye ayırıp bunun üstüne espri yapan arkadaşları da tasvip etmiyorum hiç.ıykkk ıykk. yere batan sarnıcına girerken, yerin dibine geçmek için bir de para mı vereceğiz düzeyinde espriler bekliyorum kendilerinden.
lütfen, kırmayım kalbinizi.
kırmam zaten ben.kırsam da görmez kimse.
kalp kırılınca bakan herkes göremeyebiliyor.
tabi,zaten kol kırılır kalp içinde kalır.
ayrıca kalp kalbeee kağarşıı derlerrrrr...
ay şaka şaka.
bi de şu şarkı var.
benim değil.

Perşembe, Mayıs 01, 2008

Çarşamba, Nisan 30, 2008

dalgalandım da duruldum

ciddi kararlar verme arefesindeyim.
bu ay klavyeye neden bu kadar az dokunduğumu bulmak gibi.
ben üşürken kuzenimin tişörtle dolaşması üzerine, "aman aslı abla, yaşlanıyorsun" demesini anlamlandırmak gibi.
25'ime girdiğimde de böyle olmuştum. yine o duygu şeysi oldu.
sanırım yün fanila giyip pamuklu pijamalarla yatma yaşındayım ben.
akşam olunca üzerine şal alıp dışarı çıkma modası,
kapı pencere açıkken cereyanda kalıp üşütmekten korkma havası.
televizyonun sesi de yüksek geliyor artık.
sakin bir köşe lazım.
bir huzur.
bi de lodos mu diyordu şarkıda.
bi lodos lazım şimdi bana bi kürek bi kayık.
bir de çatal kaşık takımı.

Pazar, Nisan 27, 2008

abaküs

iki gündür saatim 2' ye kadar ilerleyebiliyor sadece, sonra 1 oluyor tekrar.
gayret etsen diyorum, pilim bitti diyor.
bu kadar acındırmana gerek yok, bir çift kalem pile bakıyor,
her şeye yeniden başlayabilirsin diyorum.
dahi olduğumu düşünüyor,deli mi ne.

üç gündür uykumu getirsin diye süt içiyorum.
sonra sütten bulanan midem bulanmasın diye kahve içiyorum.
K=3-S=0

dört gündür zayıflama çayına biskrem batırıyorum.

bir gündür
iki gündür
üç gündür
dört gündür on dört gündür
bana bir bade doldur
bu ne güzel düğündür ha ninna

Çarşamba, Nisan 23, 2008

köprüden önce son çıkış

gardrobu boşaltıp, yazlık- kışlık kıyafetlerin yerlerini değiştirmeyi hiç sevmiyorum.
garip bir burukluk, anlamsız bir duygu şeysi oluşuyor içimde. belki anlamlıdır da şu an anlamlandıramadım.
sanırım pembe/mor bana çok yakışıyor. bana yakışmayan ölsün.
hareket etmiş bir trenin arkasından koşarak yetişilmiyor, kapılar yüzünüze kapanmıştır bir kere.ama elinizde ben harper albümü vardır,çok da önemli değildir hani,
gaza da gelirsiniz hemen:
..
if you're gonna walk the earth
then walk it proud.
if you're gonna say the word
you got to say it loud.

(meali: iki dakka adam ol allasen)
..
bahar hiç bu kadar anlamlı olmamıştır belki. düşününce sabah gardrobunuzu yerleştirirkenki burukluğun yazlık kıyafetlerimin içine sığmazsam endişesi olduğunu farkedersiniz.bu bahar sadece budur sebep.
bahar.. börtü, böcük, albeni, çömlekte kuru fasulye...
power of the gospel çalıyor olmalı tam da burda.

23 nisan kutlu olsun, sevinin küçükler, övünün büyükler.

Cumartesi, Nisan 19, 2008

polemik

Adana'da tüp patlaması sonucu çıkan yangında yaralanan ve ilk tedavisi için götürüldüğü tıp merkezinde masrafları ödenmediği için donanımlı bir hastaneye sevk edilmeyen 8 yaşındaki İbrahim Yıldırım'ın tedavisi sürüyor.

yorum 1:kapatma olmasın
bir galatasaraylı olarak kapatma cezalarına karşıyım. kapatırken orada tedavi göremeyecek muhtemel hastalar da düşünülmeli...
yorum 2:Quel alaka?
Bu işin Galatasaraylı olmakla ne alakası var?


zaman gastesinden.

Çarşamba, Nisan 16, 2008

..ebruli biraz gerçek biraz rüya

oluyor ya işte, hani oluyor ya bazen,

radyoda şu çıksa diyorsunuz , sunucu" sırada uzun süredir yer vermediğimiz bir parça var" diyerek söze giriyor ve şarkınızı çalıyor.
çok beğenmenize rağmen pahalı geldiği için vazgeçtiğiniz ceketin fiyatı düşmüş ve sizi bekliyor.
eve geldiğinizde kocaman bir tabak patates salatası sensiz boğazlarından geçmedim diyor.patates salatası, kocaman bir tabak, inanabiliyor musunuz?

sonra "aslı sen gerçek misin? peki bu yaşadıklarımız?" sorusunu düşünüp dururken,henüz konuşmaya başlayan yeğeniniz halıda yürüyen böceği görüp "ayaba ayaba" diyor, "şapşal seni, araba olur mu hiç, böcek o, bu çocuklar da çok komik oluyor yahuu" diyip gülüyorsunuz..böcek ile arabanın ayrımını yapabiliyor olmak büyük bir şey olmalı.

Pazar, Nisan 13, 2008

teselli

Günah, sadece Müslüman’a yakışır. Yakışırsa.

Modernleşmenin sol ve sağ kolunu temsil edenler, günahı Müslüman’a yakıştıramazlar. Günah bir Müslüman’ı mahzunlaştırıp güzelleştirirken, onları iyice çirkinleştirir. Oysa günah bize boynumuzu büktürürken, başımızı eğdirten, yanaklarımızı ıslatan ve bizim bahçeye davet edilmemizi sağlayan bir fırsattır. Başımızı ellerimizin arasına almamızı sağlayandır. Düşünceler ile tanıştırandır. Bizi hüzünlendiren, hüzünden bir zırhla bizi boş işlerden koruyan bir vesiledir günah. Sevap fırsatlarını kaçıran biri için son fırsattır. Günahın acısıyla uyanma fırsatı, insana bahşedilmiştir. Ama onlar kendilerini melek ya da şeytan gibi hissederlerken, bu ikisi arasında gidip gelirlerken, insanlık makamından çok uzaktadırlar.

İ.Paşalı

Cumartesi, Nisan 12, 2008

ve ben kuş olur giderim

Bilöğümm kisa bir süreliğine uzak kalabilirim senden.
Kestiremiyorum şimdiden, kalmayadabilirim.
Bensiz istanbul'a düşman olmak durumunda değilsin, herkesle iyi geçin olur mu?
Hadi bakim
Mahçup etme beni
Göreyim seni
-eni eni zengin kafiye-
yok en en tam kafiye, i ler redif.

Salı, Nisan 08, 2008

gözüm görmesin

-İnanamıyorum, gözlerinden biri neredeyse hiç görmüyormuş doktorun dediğine göre,çok tembelleşmiş. Nasıl farketmezsin bunca zamandır?
-Farkettim.
-E o halde neden gitmedin doktora?
-Önemsemedim.Dünya görülmeye değer güzellikte değil artık.
-Ne okuyorsun bu ara sen bakim?
-:)

Pazartesi, Nisan 07, 2008

bugünün bir adı olsun


" ...
sen hiç gitmemiş ol. Bir ada sahip tek dize bu olsun. Üzümün ve ekmeğin ve erguvan kokusunun da ayrı ayrı ve sadece bizim bildiğimiz adları olsun.

Uzun ve yorgun geceleri geçtim, suyu geçtim, kimse afet sanmadı beni. Yumruklarımı gevşettim. Yaraların kabuk bağladığına dair edindiğim bilgiyi eski eşyaların toplanıp kaldırılması bilgisi ile birleştirdim .

-artık ne yapsam dedirtme bana yarabbi-

Bugünün bir adı olsun. Hiçbir dönemecini ıskalamadığımız bir zamanı yaşadığımızın tanığı olarak dursun yanılgılarımızın kapağında.
... "*



*E.Ozan Karaoğlu

Perşembe, Nisan 03, 2008

analar ne evlatlar doğuruyor!

Murat Çokgezen demiş ki:

Forbes klasik Amerikalı zenginler listesini yayınladı. Bizim gazetelerimizin hemen tamamında bu listeye ilişkin bir haber yer aldı. En zengin yine Bill Gates çıkmış, listeye girebilmek için en az 1.3 milyar dolarınızın olması gerekiyormuş vs. Gazeteden sonra bir de Forbes’ın web sitesine girip ilk 25′e baktım. İşte benim ilk 25 zengin hakkındaki bilgilerden derlediğim istatistiklerim ve zenginliğe giden yola ilişkin yorumlarım:- İlk 25′in yüzde 68′i evli. Demek ki ‘Nikahta keramet var’- Ortalama çocuk sayısı 2,44. Demek ki ‘Çocuğu veren Allah rızkını da veriyor’- Yaş ortalaması 68,28. Demek ki ‘Sabrın sonu selamet’- Yüzde 68′i üniversite mezunu. Demek ki ‘Eğitim şart’- Yüzde 60′ı servetini kendisi çalışarak yapmış. Demek ki ‘Nazar etme ne olur. Çalış senin de olur.’”

Yazının tebessüm ettiren yüzüyle birlikte ilk göze çarpan limitin büyüklüğü olsa gerek. Listeye girebilmek için alt sınır olarak 1,3 milyar dolar belirtilmiş. Bu meblağ, ‘küreselleşme sıfır toplamlı bir oyun olsa da siz umudunuzu yitirmeyin’ cümlesinin özne, çok gizli özne(!) öğelerinin dağılımından farklı görmediğim az gelişmiş/gelişmekte olan/gelişmiş ülkeler üçlemesinde, bir çok az gelişmiş ülkenin gayri safi milli hasılasının çok üzerinde. Ne söylenebilir ki bunun üzerine?

Demek ki analar ne evlatlar doğuruyor!

Çokgezen’in az sayıda kişi üzerinde yaptiği bu analizin ardından yokluğu anlatan rakamlar çıkmaya çalışıyor hafızalardan. En zengin 25 kişi bir yana, madalyonun kir pas içindeki öteki yüzü - en fakir milyonlarca kişiye ev sahipliği yapan dünyaya ait olan denge(sizlik)-geliyor akla hemen.Güncelliğini koruyor olması ve halihazırda çokça dile getirilmesi nedeniyle, susuzluk, küresel ısınma, açlık gibi temel başlıklara ilişkin birkaç değerlendirme, rakamlarda boğulmamak ve durumun vehametini ortaya koymak açısından yeterli olacaktır diye düşünüyorum.

Dünya nüfusunun yaklaşık %17’sinin su kaynakları sağlıksız. Bu nedenle her yıl 1,8 milyon çocuk sadece ishalden hayatını kaybediyor.Dünyadaki yoksullar, temiz suya ulaşabilmek adına, zenginlerden daha fazla bir maliyete katlanıyor. Avrupa’da bir aile gelirinin en fazla %3 ünü suya öderken, bu rakam fakir Afrika ülkelerinde %10’ları buluyor.( Çocuğu veren Allah rızkını da veriyor!)

%37’sinin sağlıklı ve temiz bir yaşam için erişebileceği şartlar oldukça sınırlı. Temizlik koşullarına sahip olamayanlardan 660 milyonu günde 2 doların, 385 milyonun üzerinde kişi ise 1 doların altında hayatını devam ettirmeye çalışıyor.850 milyon kişi açlık sınırında ve bu sayı, sera etkisi, kuraklık gibi bir sonucun; küreselleşme gibi bir sürecin etkisi nedeniyle yıldan yıla artıyor.(Sabrın sonu selamet!)


Dünya nüfusunun yüzde 10’luk kesimi mal ve hizmetlerin yüzde 70’ini üretiyor ve dünya toplam gelirinin yüzde 70’ini alıyor.(Nazar etme ne olur çalış senin de olur!)






İroniye aşina bir neslin çocukları olmanın verdiği his benzer “demek ki..”ler kurdurmakla birlikte, Kevin Carter’ı ödüllü yapan fotoğrafı gözümün önüne getiriyor. Avını bekleyen akbaba ve açlıktan kıvranan Sudanlı çocuk arasındaki ilişki, üstteki analizde yer alan 25 zengin kişi ile alttaki sonucların 6,5 milyardan fazla olan dünya nüfusuna vurulmasıyla ortaya çıkacak olan yoksul kişi arasındaki ilişkiyi daha çarpıcı kılıyor. Ne diyordu İsmet Özel: “..öyle bir dünyada yaşıyoruz ki ipin ucu elinizden bir kaçtı mı hemen başkasının eline geçiveriyor. Ondan sonra siz hayal ediyorsunuz, ama bir başkası yaşıyor.”*

O ipin insanların eline hiç geçmemiş olma ihtimali var bir de değil mi?


*”Üç Mesele,Teknik-Medeniyet-Yabancılaşma”adlı eserinden.
**Sayısal bilgiler Birleşmiş Milletler İnsani Kalkınma Raporu,Dünya Bankası ve DTM ‘2006’ verilerinden derlenmiştir.

Pazartesi, Mart 31, 2008

korkular da benim umutlar da

Yastığa veda ettiğimin 27. saati...

Servis aracının rahatsız koltuğuna kurulmuştum sevgili günlük. Tüm gece direnmiştim ancak, durup dinlenmeden her saniye yenilenen hücumlarına yavaş yavaş boyun eğiyordum artık uykunun. Ağır ağır dünyaya kapanan gözkapaklarıma, yavaşça yan tarafa düşen başım eşlik ediyordu. İşte o an olmayacak birşey oldu ve başım sînesine yaslanıverdi. Şaşırdım önce... Sonra, üşümüş bir yavrucağın annesine usul usul sokulması gibi, tarifsiz bir huzur yayıldı ruhuma ağır ağır. Öylesine tatlı, öylesine huzurlu, öylesine hayal, hiç olmadığı kadar da gerçekti... Bırakıverdim kendimi...

Bilmiyorum, belki bir mart sabahı uykusuzluğun ve yorgunluğun tesiri ile beynimin oynadığı bir oyundu. Ancak, and olsun ki, o an hiçbir şey daha gerçek olamazdı. 27 saattir gözümün önünden gitmeyen hayalin, vücut bulmuş haliydi belki de ellerini boynuma dolayan.Bilmiyorum, çünkü gözlerimi hiç açmadım. Hayatımda ilk defa gönül gözümü baş gözüme tercih ettim, sonra...

Sonra bedenim yatağını buldu, uyudu, uyandı, yemek yedi. Arasıra yanaklarına süzülen ılık damlalara da bir mana veremedi. Omuz silkti aldırmadı, yaşamaya devam etti...

Ama ruhum... O hala koltukta, başı sinede, O'nun kollarında öylece yalvarıyor:

"Beni bırakma!..."

Cumartesi, Mart 29, 2008

kesici bir alet olarak yeni yaş

Sayın Valim,
Sayın Garnizon Komutanım,
Sayın Büyükşehir Belediye Başkanım,
Değerli Öğretim Üyeleri,
Basınımızın Değerli Mensupları,
Çok Kıymetli Galaksi Rehberi okuyucuları,
-Özel olarak sevgili gençler ve kendini genç hissedenler-,

Siz siz olun 25 yaşına girmeyin.Girmeyin efendim.Yoksa mahallemizin çocukları Uğur, Samet ve Ömer dışarda top oynarken size yol vermek durumunda kaldıklarında, içlerinden birisinden "dur topa vurma oğlum, teyze/amca geçsin de öyle at" gibi bir cümle dökülebilir.Dede bile der bunlar. Önce farketmez tebessüm edersiniz, "teyze mi ah seni seni hmh hmhmh".. Bir yerimiz kırıldığında da bir süre sonra yükselir ya çığlıklar, onun gibi. Yorulmayayım, şarkı devam etsin:" Sonradan kor sonradan kor.. akıp gider akıp gider zaman sana aldırmadan.."

İlahi çocuklar!Abla yerine teyze dersiniz demek.Peki ben o topu kesmez miyim?Söylüyorum o kadar iyi biri değilim diye inanılmıyorum.


Bu resim nedir diyenler olabilir. Bu benim atacımın resmi.Kendisi, dost deyip bağrıma bastığım canım arkadaşım tarafından 22'nci yaş günümde hediye edilmiş, uzun bir yolculuk sonrası postayla küçük bir zarf içinde ulaşmıştır.Evet ataç ya bildiğimiz, ataç, 5.5 cm boyunda, evet hediye, evet doğumgünümde.Görünce beni getirmiş aklına, küçük şeylerle de mutlu olurmuşum zaten.Alem ibret alsın deyu koydum buraya.
nöt: Annem benim,ellerinden öper herkes adına teşekkür ederim,iyiki beni doğurmuşsun yahu.
nazar boncuğu:41. yazım olmuş bloga.41 kere maşallah deyin.Tükürmeyin.

Cuma, Mart 28, 2008

düet

“Düşman saçma sapan laflar eder
Duyar can kulağım.
Benim için kötü şeyler düşünür,
Görür can gözüm.
Üzerime köpeğini salar,
Isırır köpek ayaklarımı,
Çok acılar çekerim, çok acılar.
Köpek değilim, onu ısıramam
Isırırım dudağımı.”der Mevlana,

"Kişinin en kolay mutsuzluğu
Ağlamaktır, geçiştirir umutsuzluğu
Daha zoru var, susmak zor.
Susmak bir ağaç dallarında
Susmak ağlamaları da tutuyor."der Özdemir Asaf

Ben, ben bir şey demeyeceğim, susayım, kanasın dudaklarım.

Salı, Mart 25, 2008

iyi günler anneanne

".. anneanne, müzmin baş ağrılarım artıyor...*İnsan virgülleri doğru yerlere koyamadığında, her şey birbirine karışıyor. Onu layık olduğu yere koyamadığınızda anlam, bir sevgili gibi kapıyı çarpıp terk ediyor bizi. Aşkla iş, hayatla ölüm, şefkatle şehvet, kibirle vakar, korkuyla umut birbirine karışıyor. İyice bulanıklaşıyor her şey.**"Ah anneanne ne Ortadoğu gül bahçesi oluyor ne içimdeki çocuk susuyor...

*H.Atlansoy
**İ.Paşalı

Pazar, Mart 23, 2008

cik cik cik

Açılış: Ben'den

Sabah namazını Eyüp Sultan'da karşılamayı hayal ederken buldum kendimi az evvel. Sonra günün ilk ışıklarıyla insanların uykulu uykulu yollara düştüğünü gözlemlemek- insanların uyanmak için değil de işe geç kalmamak için yataklarından doğrulmasının tezahürü tespiti, acılı biraz- , belki fotoğraf çekmek, çekilmeyedebilir, bir yandan kuşlar olsun etrafta, cik cik cik, sadece oturup izlemek sadece durup dinlemek. Bu kadar kolayken gerçekleştirmek ve bu kadar lütufkâr bir şehirdeyken neden ertelediğim hakkında bir fikrim yok.

Eyüp,kuşlar ve cikcik lise yıllarıma götürdü beni az evvelin üstünden çok geçmeden. Annemin "sen daha uyumadın mı'sına" ve İbrahim Paşalı dinlediğim gecelere, "Gece Yürüyüşü'ne"..Belki O'nun yüzünden radyo programcılığı sevimli gelmeye başlamıştı. Bilemiyorum, bilinçaltıma inme işini ilk psikiyatrik randevuma bırakıyorum. Daha sonraları radyo yayınlarını pek takip edemesem de yazılarını okumaya çalıştım sıkça. E kuşlar diyeceksiniz, cik cik, nerden nereye geldin? Ben de onu diyorum aslında nerdenn nereye...Kuşlar, cik cik cik, ben, cik, uyku. Evet uyku, iyi geceler Eyüp, su dök hayalimin arkasından..

Kapanış: Paşalı/Minimini'den

...

“Allah’ım ölenlere rahmet eyle, kalanlara uzun ömür ver!” Cemaat bu cümleye sesini iyice yükselterek, büyük bir coşkuyla amin diyerek karşılık veriyor. Bense reddediyorum bu duayı.Kuşların cikciklerine amin demeyi tercih ediyorum.

-Cik cik.
-Amin!
-Cik cik cik.
-Amin, amin, amin.

...

-Allah’ım, rekabet etmekten korkanlardan eyle, zarif erkeklerden ve kadınlardan eyle.
-Cik cik cik.

Perşembe, Mart 20, 2008

kendimi sıksam suyum çıksa

Biri bana Acun' da ne olduğunu söylemese mesela.Neymiş şeytan tüyü varmış, herkesin dilinden anlarmş süper programcıymış..Ama izlendi, izlenmş, izleniyor.. Acun tutmuş vesselam.

Kendimi sıksam , suyum çıksa mesela.Çok sıkıntılıyım bugün, Acun senle bir ilgisi yok, zaten bu senin umrumda değil, aslında senle ilgisi var ama arkandan konuşmak istemiyorum, bir gün yüzüne karşı artık, bu benim umrumda.Bak sıkıntıdan bazı kelimelerdeki sesli harfleri düşürmüşüm. Bir tane i, bir tane ı.Neyseki sessizler duruyor.Tanrım gülleri ve sessiz harfleri koru.*

Sonra anne arasa mesela, hemen toplansa düşenler, telefonu kapatsam, bir gülsem, sıkıntım geçse..

-efendim anne?
-yavrum msn e gel hadi,orda konuşalım, çabuk.
-anne hayırdır bir şey mi oldu,söyle, hem ne msn'i
-yok yok msn e gel,ordan konuşalım.
-ya anne konuşalım işte, n'oldu anlat.
-msn' e gel dedim hadi.
-of tamam.
sürüne sürüne pc bulunup ,msn açılır.
-abla annem nasılsın diyo,neler yapıyormuşsun?
-nasıl ya?
-kamerayı da açacakmışsın,seni görmek istiyormuş.
-ya sabır smileyı.bunun için mi çağırdınız beni?
-ehehehe
-anne büyüyünce seni gibi mi olurum,bi fikrin var mı?
-abla annem çok konuşmasın diyo.

Bu kısma not: anne bilmez msn kullanmayı, kardeşi kurban seçer, aklına düşeni msn' e davet eder telefonla. Annem komik vesselam.
Güldüm sonra ben, geçmedi.
Kendimi sıksam, suyum çıksa..

* tenekeci(alakasız bir alıntı olsa da içimden geldi yazdım,pişman değilim)

Çarşamba, Mart 19, 2008

bir gül

"Allah'ım, onları affet, onlara hidayet et, çünkü onlar gerçeği bilmiyorlar" diyen bir peygamber..

İyki Doğdun Efendim(s.a.v.)...

Salı, Mart 18, 2008

Çanakkale geçildi(mi?)

" Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer, O ne müthiş tipidir, savrulur enkaz-ı beşer Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak. Kafa göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak...' Gerisini okumaya gerek yok sanırım. Türk tarihinin en önemli savaşlarından birinin, hatta belki en önemlisinin bir şair kalbindeki yansımaları bunlar.
...
Her yıl 18 Mart yaklaştığında yayın organlarında çıplak ayaklı, yırtık giysileriyle iki çocuk askerin resimleri yayınlanır. Altında da genellikle şöyle bir cümle olur: "Cumhuriyeti biz böyle kurduk." Bazı resimlerde de aynı türden yoksul halkın askere mermi taşıyan kağnılar başındaki pejmürde halleri, kadınların ve çocukların trajediyi andıran görüntülerini görürsünüz. Vatanseverliğin bu siyah beyaz fotoğrafları, o insanların siyah beyaz kaderleri misali ne yazık ki amacının dışında kullanılmaya başlandı. Bazı sergilerde, afişlerde, pankartlarda sloganlara dönüştürüldü. İşin hazin tarafı, bütün bunları hazırlayanlardan çoğu, maalesef Çanakkale'den düşmana geçit vermeyen o asil ruhun hatırlatılmasına karşı çıkmaktadır. Mesela Çanakkale'de şehitliklerin mahşer kalabalıkları gibi ziyaretçi bulmasından rahatsız olurlar. Şehitlerin ruhuna Fatiha okuyan insan manzaraları onları rahatsız eder nedense. Çünkü altına sloganlar yazdıkları resimlerden hiçbiri onların dedelerine ait değildir. Ankara'da Cumhuriyet'i kuranlar ile Çanakkale'de, Sakarya'da, Arabistan'da, Galiçya'da Cumhuriyet'in kurulması için can verenler arasında bir statü farkı, bir er-zabit rütbesi, bir seçkin-köylü ayrımı vardır. Cumhuriyet kurulduktan sonra bunlardan birileri yöneten, diğerleri yönetilen rollerine geri döndüler. Garip olanı, şimdi o resimlerden pankartlar üretenler, aynı pankartları o resimlerin asıl sahiplerine karşı açmaktalar. Resimlerin sahiplerine gelince; onlar tarihin hiçbir döneminde vatan uğruna can vermenin adını anmadılar, can vermekle yetindiler."

İskender Pala

Pazartesi, Mart 17, 2008

bitkisel hayat

"Herkes kırılamaz;

bazen ipince dal olmak gerekir kırılmak için,

-Ama dünya kütüklerin-"

y.odabaşı

kapatılmaktan laik düzene sığınırım


Dikkatimi çeken başlıkların yer aldığı sağ alttaki kutucukta yer verdim ama gözden kaçar belki diye buraya da almak istedim. Okunmayı hakediyor. Radikal'den Gökhan Özgün döktürmüş. Bu konu üstüne daha fazla değinmeye niyetim yoktu aslında, dehşetle ve sessizce köşemde izleyecektim olan biteni, sonra gidip ezan okunurken müziğin sesini kendiliğinden kısan bilgisayar çalışmalarıma devam edecektim. Ama böylesi yazıları görünce kayıtsız kalmak ne mümkün, Gökhan Özgün yazmasa ben kesin yazardım böyle bir şey:)Geç kaldım,neyse okuyanlar okumayanlara anlatsın.

"Biz milyonlarca insan, yazıyoruz, çiziyoruz, konuşuyoruz. Hatta zaman zaman düşünebiliyoruz bile. Tartışıyoruz, oy veriyoruz, tavır alıyoruz. Siyasi analiz yapıyoruz, ekonomik öngörülerde bulunuyoruz. Anlamaya çalışıyoruz. Anlatmaya çalışıyoruz. Debeleniyoruz. Bizim sayımız milyonlar. Milyonlar. Milyonlar. Abdurrahman ne yapıyor? Abdurrahman bir başına. Abdurrahman tek başına. Tek başına, ama ne baş o... Ama ne baş Abdurrahman'ın başı. Abdurrahman'ın başının, başı sonu yok. Abdurahmanın'ın başı yanıda hepimizin başı topluiğne başı gibi kalıyor. Abdurrahman'ın başı bizim bütün başlarımızı kapsıyor, içine alıyor. Hepimizin başını içine aldıktan sonra bile Abdurrahman'ın başında hâlâ düşünecek, taşınacak, kaşınacak yer kalıyor. Abdurrahman bizim sefil, zavallı, fani başlarımızı koskoca başının içinde taşıyor. Abdurrahman'ın yükü büyük. Abdurrahman'ın yükü çok büyük. Bizim gürültümüz, Abdurrahman'ın başını ağrıtıyor. Abdurrahman'ın başı çok ağrıyor. Abdurrahman'ın başını, biz ağrıtıyoruz. Abdurrahman bizi affet. Abdurrahman kıyma bize. Çoluğumuz çocuğumuz var, Abdurrahman. Abdurrahman dinlemiyor. Abdurrahman diyor ki, bir bit yeniği var bu işin içinde. Çünkü benim başım çok ağrıyor. Eskiden bu kadar şiddetli ağrımazdı. Abdurrahman artık dayanamıyor. Abdurrahman koskoca başıyla bir dağ gibi koltuğundan kalkıyor. Yer gök sarsılıyor. Abdurrahman elini rafa uzatıyor. Raftan 'o kitabı' alıyor. O, o kitabı raftan çekince, diğer bütün kitaplar biz fanilerin üzerine yıkılıyor. Abdurrahman kitabın sayfalarını çeviriyor. Ve buluyor. Başının niye ağrıdığını buluyor. Kitapta yazıyor. Allahtan bu kitap var. Abdurrahman'ın bütün dertlerinin cevabı bu kitapta. Diğer kitaplar Abdurrahman'ın başını ağrıtıyor. Bu kitabın adı Anayasa. 1982 yılında Türkiye'de derlenmiş, askeri matbaada basılmış. Abdurrahman'ın yükünü hafiletmek için tasarlanmış. Bizim gafletimizin, cehaletimizin, dalâletimizin yükünü hafifletmek için. Kes bet sesini Türkiye, Abdurrahman artık dayanamıyor. Çek elini oy sandığından Türkiye, o sandığa öyle bir yüklendin ki, Abdurrahman artık taşıyamıyor? Haddini bil Türkiye. O Muhteşem Abdurrahman, sen gariban Türkiye'sin. Onun taşıdığı yükün yanında, sen nesin? Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya milyonlarca milyonlarca milyonlarca başıbozuğa parti kapatma davası açtı. Abdurrahman öyle uygun görüyorsa, kapan sen de Türkiye. Bırak kibri, kapan. Muhteşemesin Abdurrahman. O sırada Cevdet arıyor. En yakınım, arkadaşım. Soruyor. Ne yazıyorsun yarına? Yarın yazıyı kısa kesicem, diyorum. Çünkü Abdurrahman her şeyi kısa keselim istiyor. Çünkü Abdurrahman'ın başı ağrıyor. Cevdet, epey, epey mühim bir ekonomist. Benim de yarına rapor yazmam, makro ekonomik 'öngörü' yapmam gerekiyor, diyor. Şimdi ne yazıcam ben? Sen de benim gibi kısa kes, diyorum. Rahman ve rahim olan Abdurrahman'dır yaz, bugün bundan daha makro bir şey yok, diyorum. Sonra birden kafam dağılıyor. 'Gelmiş geçmiş en kısa bilimkurgu hikâyesi' diye bilinen bir hikâye aniden düşüveriyor aklıma. Hikâye şöyleydi sanırım. "Dün, bütün evren yeniden kurulacak." Derken, aklıma bir fikir geliyor. Yazılmış en kısa T.C tarihini yazmak. Ve yazıyorum. "Dün, yepyeni bir Türkiye kurulacak." Kafam açıldıkça açılıyor. Bir kısa tarih daha attırıyorum. Yazılmış en kısa AKP tarihi. "Dün, bir daha asla 'Şemdinli savcısı' görevden alınmayacak." Abdurrahman'a emanet olun."

Cumartesi, Mart 15, 2008

aç kapa artema

İçime kurt düştü.

Bloğum, seni kapatan olmaz değil mi?

çaresizlikle avunalım mı?

Türkiye, İsrail’in en çok ihracat yaptığı 10 ülke listesine girdi. İsrail İhracat ve Uluslararası İşbirliği Enstitüsüne göre, İsrail, geçen yıl Türkiye’ye 1.2 milyar dolarlık mal sattıBöylece, Türkiye’nin yeniden İsrail’in en büyük 10 pazarı listesine girdiğine dikkat çekildi.(haber1o-14.03.2008)

Ve bugün şöyle bir mail aldım. Mail başbakanlığa gönderilmek üzere hazırlanmış bir yazıyı içeriyordu;bir umut işte'si, bir insanlık tepki'si, bir şeyler yapabilsek keşke'si...

"Sayın Başbakan
Hepimizin bildiği üzere, bugün Filistin topraklarında tarihin en acımasız ve vahşi katliamları işlenmekte, aralarında bebek ve çocukların da bulunduğu çok sayıda masum ve savunmasız Filistinli kardeşimiz Siyonist İsrail güçleri tarafından katledilmektedir. Temelinde işgal, kan ve terör bulunan gayri meşru İsrail rejiminin gerçekleştirdiği bu insanlık dışı katliamların tek adı vardır. O da " Soykırım"dır.
Böylesi kanlı ve vahşi bir rejimin, Gazze'de sadece geçtiğimiz bir hafta içinde 120'den fazla Filistinli kardeşimizi katledip yüzlercesini de yaralaması karşısında, ne yazık ki İslam ülkelerinde gereken tepki ortaya çıkmadığı gibi, sergilenen bu utanç dolu suskunluk, saldırılarını devam ettirme noktasında siyonist katilleri daha da cesaretlendirmiştir.
Bizler, kadınıyla-erkeğiyle, bu ülkenin Müslüman halkıyız. Bu ülkenin, emanet bilincine sahip yöneticileri olarak sizden talep ediyoruz ki;
- Bu, terörle ortaya çıkan ve faaliyetlerine terörle devam eden Siyonist rejimin varlığını hiçbir platformda, hiçbir şekilde tanımayın
.- Halkının büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri olarak, Müslümanları yeryüzünden silmeye çalışan bu terörist rejimle, siyasi- askeri anlaşmalar imzalamayın. Varolan anlaşmaları iptal edin.
-Devletin kamu kurum ve kuruluşlarına yiyecek,içecek, giyim ve temizlik vs. ürünlerin toplu alımlarında İsrail ve ABD mallarını almayarak boykot edin.
- Eli kanlı terörist yöneticilerin, ülkemize diplomatik ya da herhangi bir sebeple ziyaret taleplerini red edin. Onlarla el sıkışarak, Müslüman kardeşlerimizin kanını üzerinize almayın.- Ülkemizin sınırları içerisinde, İsrail rejiminin elçiliğini kapatıp, yüzyıllardır İslam sancağını gururla taşımış bu topraklarda, terörist Siyonist rejiminin, Müslüman kardeşlerimizin kanına bulanan bayrağının dalgalanmasına müsaade etmeyin. "Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak, orada yükselen çığlığa karşılık vermeyi, hükümetim ve milletim adına bir insanlık borcu kabul ediyorum." "Bu konuda artık ne yapılacaksa yapılacak. Konu, Bakanlar Kurulu toplantısında da gündeme gelecek. İsrail için ne yapılacaksa yapacağız." sözünüze ve halkınıza verdiğiniz sözlere sadık kalmanıza güvenerek, bunları sizden istiyoruz. Daha fazla bebek, henüz süt kokulu kundağıyla kara toprağa verilmeden önce harekete geçmenizi, sözle kınamaktan daha ileri giderek, Müslüman ve güçlü Türkiye olarak, yapılması gerekli olan ve dünya kamuoyunda ses getirecek yaptırımlarınızı bekliyoruz.
Kardeşlerinin acısına duyarsız kalamayan Türkiye'li Müslümanlar"

BU ACIYA DUYARSIZ KALAMAYAN HERKES.

Bu cümleler size yakın geldiyse ve siz de göndermek isterseniz:bimer@basbakanlik.gov.tr
Ben gönderdim. Bu maili on kişiye gönderirseniz, bık bık bık...

Şimdi gideyim de AKP nin kapatılma ihtimaline karşılık alternatif parti isimleri bulayım.Yağ satarım bal satarım ustam ölmüş ben satarım...Dön dur işin yoksa. Rezillik başka bir şey değil.
"TÜRKİYE'NİN 21. YÜZYILA UYGUN HAKİM VE SAVCILARA İHTİYACI VAR"(Avrupa Parlamentosu'ndan bir kimse)
Sadece hakim savcı mı?
Bir off çeksem karşıki dağlar cenderme cenderme.

Cuma, Mart 14, 2008

komşuya gittim bir on'luk aldım

Tüh burda paylaşamayacağım anlaşılan.Olmuyor, odeo yu çalıştıramıyorum bir türlü. Pek anlamıyorum bu işlerden doğru ama beceriksiz de değilim, olayın Obama'nın müslüman olması tartışmaları ile ilgisi olduğunu düşünüyorum. Youtube 'u da bloke etmişler yine. Hakimlerin sınır dışı operasyonu da bu olsa gerek, elleri boş dönmeseler bari.
Lakırdı'da gördüm ilk defa ya da duydum ilk defa. Cem Karaca'dan dinlememiştim hiç ya da hiç dinlememiştim . On numara(on üzerinden) . O zaman buyrunuz burdan dinleyiniz. "şeker ezdim sana bal süzdüm bal süzdüm yüreğimden mısra çektim şiir düzdüm şiir düzdüm bir fısıltıya hapsettim içimin tüm çığlıklarını...",ne datlu.

alık kıraker

- Neler yapıyorsun?
- Ne olsun tezimi savunacağım günü bekliyorum.
- Aman senin savunulacak bir tarafın mı kalmış?
ekiekiekii
- Haklı olabilirsin biliyor musun?
- Mahsus dedim, ağzımdan kaçtı, lütfen yapma.
- Çok geç, ben bunun üstüne kafa yorarım şimdi uzun uzun, hayata dair iç burkan çıkarımlarda bulunurum .
- Hayırrrr, imdağttt
- Keşke hayat bir restoranın menüsüne adı kıytırık mantı* olan bir yemek koyup, mantıyı sipariş eden müşteri beğenmediğinde, "ama efendim adı üstünde zaten, ne bekliyordunuz ki başka" demek gibi olsa. Anlıyor musun?
- Hı hı..


* kıytırık mantı; adı buydu evet.

Çarşamba, Mart 12, 2008

özür borcu

Aslında ne kadar büyük bir iyilik yapmışsın bana.
Ama ben nankör davranmışım.
Geç oldu anlamam.
Allah'ım özür dilerim
Ve her şey için çok teşekkür ederim...

Pazartesi, Mart 10, 2008

arda boylarında

İki yıldan fazla olmuştu görüşmeyeli. Eskimeyen bir dostu yeniden görmenin verdiği dayanılabilir bir hafiflikle başladı haftasonu. Buram buram naftalin(*) kokulu bir muhabbetin içinde bulduk kendimizi. Cumartesi'den beklemezdim böyle bir hoşluk, henüz kendi adı olmayan bir gün olduğu için değil elbette. Sağolsun.

Pazar sabah yollara düştüğümde İstanbul henüz uykudaydı. Neymiş sabah erkenden buluşulup göl kenarında kahvaltı yapmaya, ordan yürüyüşe, ordan...ya gidilecekmiş. Sebep?Ahh ben biliyordum sbh yataktan çıkmayıp "siz kaçın ben onları oyalarım" diye mesaj atıp telefonu kapamayı ama evin basılma ve yataktan sürüklenme ihtimalimi düşününce pek cazip gelmedi bu fikir.Sabahın köründen daha kör bir saatte- yatış saatimden az sonraya tekabul ediyor- uyanmaya alışkın olmayan ben, bir ilki başarıp durağa kadar gözlerim kapalı gittim desem..Gerçek bu. Tramvayın sesine gözümü açmasam artık nereye kadar yürürdüm bilmem.

Anadolu köyü konseptinde hazırlanan yerde eşeğin üstüne ne işi olduğunu anlayamadığım Meksika dolaylarından olduğunu düşündüğüm heykel ve "uygunsuz oturmak yasaktır" yazısının yarattığı acaba ben ne kadar uygunum tedirginliği dışında oldukça makuldu herşey.Ha bir de mekan değişiklikleri esnasında sıkça kayboluşlarımız vardı ki üstün yön duygum yetişti imdada.Hahaha.

Günün hatırası: Kızarmış, yanan ve muhtemelen yarın soyulacak olan bir adet burun, en sevdiğim burnum. Demekki güneş gözlüğü sadece gözleri koruyormuş, burna bir faydası yokmuş. Güneşe karşı otururken arada bir saate bakmak gerekiyormuş. Zaman çok çabuk geçiyormuş.

Günün milletin derdi beni gerdisi: Çocuk, sahilde tehlikenin farkında olmadan oynamakta ve giderek kıyıya yaklaşmaktadır.Denize düşmesi an meselesi.Anne hiç istifini bozmaz, yerinden kalkmaz ve karşıdan seslenir: Mert dikkat et oğlum üstün ıslanır!
Üstü mü ıslanır?

(*)Naftalin
ki güvelere karşı kullandığı
kimyasal silahıdır
anıların/Sunay Akın

Pazar, Mart 09, 2008

çılgınız işte

"Sıradan bir pazar günüydü işte. Diğer tüm makul Türkler ne yapıyorsa onu yapmaktaydım.Sitenin havuzuna indim, çıktım da olabilir tabi, biraz yürüdüm, yüzdüm. Boğaz'ı gören havuzun kenarında, kapalı havuz camekan içinde, üzüm salkımlarını yukarıdan tutup yemeye çalıştım bir süre. Sıkıldım..
Boşver hadi gidip keyifle geçen ömrümüzü, keyifli paylaşımlarımızı kutlayalım dedim. Atina'na çok güzel bir balıkçı açılmış, organik balık yapmaktaymışlar dedi. Merak ettim doğrusu, atladık bir özel uçağa Atina'ya organik balık yemeye gittik.Çılgınız işte..."

Böyle yazmış Yıldıray Oğur bugün Taraf'ta. Keyifli bir yazıydı. Her zaman yaptığımız şeylerden bahsetmiş, bilirsiniz.Sıkılıyor tabi insan bir yerde, ben de sıkıldım, halkın içine karışayım haftasonu dedim.Çılgınım işte!Kadınlar Günü olması hasebiyle aman Allah'ım her yerde bir ikram bir iltimas, bir indirim.Canım AVMler bize bir güncüğü az görüp bütün haftaya yaymışlar indirimlerini.Ah ne kadar da harikasınız. Bu özel gün daha iyi nasıl kutlanabilirdiki..Torbalar dolusu alışveriş yapıp düşük ücret ve kötü çalışma koşullarını alabildiğince protesto ettik. Eşit şartlar sağlansın diye özellikle parfümeri reyonunda sıraya girdik.

Çılgınız işte.

varkalış

" Çoğumuzun bu gezegenin üstündeki durumu sadece bir kalma, tutunma sorunuymuş; 'varkalış' yani' ..ve bazılarımız ideallerle yetinirlermiş bir hayal edinemediklerinden..."*

Yukardaki cümleyi konu alan bir kompozisyon yazınız.
Süre:37 dk.
Başarılar.


* Kusma Kulubü'nden

Cuma, Mart 07, 2008

sigara pistir kakadır.

Mart ayının ilk haftasına tahsis edilen "her türlü alkollü içki, sigara ve uyuşturucuyla mücadeleyi esas alan" Yeşilay Haftası tüm yurtta ve yavru vatan Kıbrıs'ta törenlerle kutlandı. Haftanın son günü madem,bir şeyler söylemek lazım.Lazım değilse bile ben söylemek istiyorum. Eh burası benim bloğum ve kimse hayır söyleyemezsin diyemez. Ne güzel ya insanın kendi bloğu gibi yok. Bloğum, bundan sonra senin adın Hyde blog olsun mu? Tamam olsun.

"Sigara içmeyin ölürsünüz" desem "aman sigara içen ölmüş de albeni yiyen ölmemiş mi" diyen olur istediğim caydırma gerçekleşmez. "Yeşilaycıyım ezelden gönlüm geçmez güzelden" desem..Yok burdan da bir şey çıkmaz. İlkokulumun girişinde yazardı "içki öldürür sigara süründürür" diye. Kumar da bir şey yapıyordu da unuttum şimdi. Ya da kumar süründürüyordu da sigara başka bir şey mi yapıyordu?Tamam kumar süründürsün o halde sigaraya başka bir şey bulayım. For eksampıl:

Sigara patlatır.
Sigara uçurur.
Sigara suya götürür de susuz getirir.
Sigara yatağınızı uzun yorganınızı kısa bırakır.
Sigara şampiyonluk yüzü göstermez.

Sigara pistir, kakadır.
Sigara tühtür, vahtır.

Buna benzer şeyler işte.
Haydi şimdi sigaraları bırakalım( uyuşturucuya başlayalım:p)

olur mu, dünyaya indirsem kepenk*

Bir bir kepenk kapatıyor ya da yazılara ara veriyor takip ettiğim bloglar. Neler oluyor size neler oluyor yahu, ben geldim diye gidiyorsanız küserim. Ustaların omzunda yükselecek değilim:p

Yaklaşık dört beş yıllık geçmişleri olduğunu düşünürsek yazma konusundaki istikrarlarını takdir etmek gerek pek tabi. “Pek tabi” demeyi çok severim, “öyle işte” demeyi de çok severim.Hele hele " hey you, out there in the cold, getting lonely, getting old "demeye bayılırım.Öyle işte.

Bu gelişmelere mukabil küreselleşen dünyada bloğumun sürdürülebilirliği konusunda fikir sahibi olmaya çalıştım. Mevzu derin, hayat kısa, sanat uzun...**Alt limit bir yıl diyorum.Kabul edenler?Edilmiştir. Geçen yıl bu zamanlarlı cümleler kurmak, zaman ne de çabuk geçiyor Mona ,saat onikidir demek,ayayayyy.

Söndü lambalar.Hadi uyuyalım da turnalar girsin rüyamıza.

*N.F.Kısakürek
**ars longa vita brevis

Perşembe, Mart 06, 2008

yaşanmıştır

Tam olarak şöyle oldu:

İçeri girdim şu pastanın fiyatını öğrenebilir miyim dedim. İlgili kimse bıkbık bık bık dedi. Afedersiniz duyamadım dedim. El işaretleri eşliğinde ve yüksek sesle "kulaklığı çıkarırsanız duyarsınız" dedi. Çıkardım, iyi geldi.(pastanede)

- Farkında değildim aslında ama olsun,yaptığım düpedüz saygısızlık, kaka ben.

Arkada oturan amca yanındakine "yurt dışına bir kargo göndermem lazım, bizimkilere bir şey yollayacağım ama yakınlarda kargo bulamadım" dedi. Yanındaki "abi evin karşısında varya yurtiçi kargo" dedi. Amca "ama ben yurtdışına göndereceğim" dedi. Yanındaki güldü, ben gülmedim, gülebilirdim aslında. (dolmuşta)

- Ne güzel bir yanlış anlamaydı o öyle canım amcam, yani sanrı yarışması yapılsa oscar goes to "yurtiçi kargonun sadece yurtiçine gönderdiğini sanmak" olurdu. Olmazdı belki de bilemiyorum.

Benim de vardır böyle sanrılarım biliyor musunuz?Nerden bileceksiniz, anlatırım yeri gelince.Yeri geldi de hatırlayamadım şimdi. Böyle birden sorunca heyecanlanıyorum.Mesela şimdi hadi bize bir türkü söyle o billur sesinden deseniz fincanın etrafının yeşil olduğundan başka bir şey gelmez aklıma.

Salı, Mart 04, 2008

ince bir sızı


İncesaz bizim evde kalsın, her akşam bana şarkılar söylesin istiyorum. Parası neyse veremem belki ama ,bir sanatkar için para çok da önemli olmamalı. Yatacak yer var, yemek de, isteğe bağlı sigorta da yaptırırım bir süre sonra.Nolur nolurr...

Artık bülbül ötmüyor
Gül dolu pencerede.
Yalnız hatıran kaldı
ahhhhhhhh boş kalan çerçevede...

Davete icabet sünnettir deyip arkadaşımın İncesaz'ın CRR'deki konserine gitme teklifini "bilmem ki, aslında çalışmam lazım ama sözkonusu İncesazsa gerisi teferruattır" anlamına da gelebilecek "evet olur gidelim" şeklinde özet cümleyle kabul ettim. İyki de etmişim. Ya etmeseydim, şeytan kulağına Pb.

mazi kalbimde bir yaradır,
bahtım saçlarimdan karadır.
beni zaman zaman ağlatan,
işte bu hazin hatıradır...


Türk film ve dizi müzikleri temalı konser, Dilek Türkan'ın sürekli düşen askısına bir çare bulamaması ve şarkıları söylemeden önceki "şimdi söyleceğimiz şarkı şu filmde seslendirildi galiba, adını da bulamadık, öyle işte" nevinden girişleri dışında nefisti. Aşağıda ve yukarda alıntıladığım üç şarkıyı da seslendirerek beni mest etmekle kalmadı,İstanbul'da olmayı yeniden sevdirdi.Bu kadar mı "hey gidi günler"kokar bir grup, ne çalarsa çalsın bu kadar mı hüzün gizler?Tam da babamla dinlemelikti şarkılar. Dinledim.Fiziksel olarak olmasa da babamı da götürdüm yanımda.

kanat takıp uçurur da bu düşler,
uyandırır en tatlı yerinde,
gün ortasında sabah seherinde
hatırlanır yeniden...
yatak döşek yatırır da bu düşler...

Yazıyı şöyle bağlamak isterim.Size bir iyi bir de kötü tespitim var.

İyi tespit:Tıklım tıklım dolu olan salonun büyük çoğunluğu genç nüfustu. Bu iyi bir şey değil mi?
Kötü tespit: Arabanız yoksa çıkışta eve dönüş çok zor oluyor.Evet bu kötü bir şey.

Pazartesi, Mart 03, 2008

zulümle abad olmak

Zulümle abad olunur mu?
Peki bu nasıl olur?
İsraile dur diyen olmaz mı?
Bu yara daha ne kadar kanar?
Alıştık mı olanlara?
Gerçekten kaçan bir gol kadar üzülmüyor muyuz ölen çocuklara?
Üzgünüm...
"...
Şiirlere sığınıyorum
Düşlere
Anlıyorum çok geçmeden
Düşlerime kadar girmiş bıçaklar
Bir mum yakıyorum
Kapanmayan yaramdan.
Bu gece
Bütün çakıl taşları soluyor
..."
mahmud derviş'den

Pazar, Mart 02, 2008

imece

-Pek keyif almaz oldum bu aralar,
(hayrolsun, neyin var diyin burda).
-Bir şey yok aslında, bu netice bir şeylerin yokluğundan çünkü
( daha açık ol lütfen, rahatla diyin burda)
-Aynı şeyler, böyle bir ülkede yaşıyor olduğuna inanamama sendromu işte, bilirsiniz endisiuz country sendrome-ülkenin gidişatından endişe duymak demek-
(ah ah bilmezmiyizzz diyin burda)
-Sudan "Türkiye'den yüzbin iktisatci alacağız" dese de gitsek
(seni uyanık seniiii, işini de bilir diyin burda)
-Neyse sıkmadım umarım.
(saçmalama,senin yanında ömrümüz uzuyor diyin burda)

hahaha pis ukala.

Cumartesi, Mart 01, 2008

tahammül sorunu

Bazı Aleviler, bazı solcular, bazı Kürtler ve hatta bazı ( demokrat olmayan) liberaller bu türban konusunu önemsemiyor. " Bize ne onların taleplerinden " diyorlar. Arkadaşlar! Bu bir "hukuk devleti" mücadelesi... Elinizi vicdanınıza koyun: Kanunda yer almayan bir yasak olur mu yahu? Bugün türbana yapılan, yarın size yapılacak. Bilhassa Kürtler ve solcular bu " kanuna dayanmayan fiili yasakların " acısını çok çekti. O işkenceli, hapisli, yargısız infazlı günleri ne çabuk unuttunuz da, "türban bizim sorunumuz değil" diyebiliyorsunuz? Meselenin, türbanı değil, hukuk devletini savunmak olduğunu görmüyor musunuz? Ne diyeyim? Bravo yani...Emre Aköz

DogruBravo... Turban, onu takanlarin ya da takmayanlarin "baska ne dusundugu" ya da baska "neden korktugu" ile alakali bir konu degil, dupeduz hukuk devletinin ve ozgurluklerin varligi ile alakali bir konudur. Bu iki konu hakkinda samimi olan herkes, bugun turban ama ileride baska mecrada ortaya cikabilecek bu ozgurluk talebini desteklemelidir. "Korkular" kavramsal dusunemeyen insanlarin kabilesel refleksleridir. Esas kendisi devleti "ele gecirmek" isteyen kripto-faşist'lerin bu isteklerini ondan habersiz bir grubun uzerine yansitmalaridir. Endustriyel tek-tipcilik gostergesidir. Devletin hayatin her alanina hakim olmasini ongeren, insanlarin ne bildigini, giydigini, dusundugunu kontrol edebilecegini zanneden sosyalizmin kalintilaridir. Hizmet veren devlet degil, koyunvari yonetilmeye alisik Avrupai dusuncenin fosilleridir. Kendisine ve davasina guvenmeyen insanlarin tahammul edememesi gibi bir psikolojik gercegin disavurumudur.Murat Karun

Cuma, Şubat 29, 2008

kurmaca


Bugün size cümle kuracağım.
Gerekli malzemeler: Ben öznesi, bir kaç bir şey daha.

" Sersem kelimesine yakınlığım kelimenin okunuşundaki ses ahenginden ileri gelir sanırdım. Fazlası varmış; biraz daha benmiş, bazen görünen"

Kurdum.Afiyet olsun...

(Sersem:Herhangi bir sebeple bilinci zayıflamış olan,düşünmeden hareket eden, ne yaptığının farkında olmayan-mecaz)(tdk)

Çarşamba, Şubat 27, 2008

anne mars' a gidicem arkadaşlarla, geç gelirim

Tunç Kılınç Fikir Atölyesi'nde, geleceğe dair oldukça uzun vadeli öngörülerde bulunmuş. Okurken gerilmedim desem yalan olur. Mesaj atmak ve telefonla konuşabilmek dışında bir fonksiyonu olmayan telefonunu bir sürü bıkbıkı olan bir telefonla değiştirdiğinde dahi eskisini özleyip nerdee o eski telefonlar diyebilen bu bünye bu kadar teknolojik gelişmeyi nasıl kaldırır bilmem. Neyse zaten ben ölmüş olurum.

fikri mülkiyet

" ...Beş bin yıllık insanlık tarihinin en büyük değişimlerinin olduğu bir dönemden geçiyoruz.Toprak çoktandır tek “bereket” kaynağı değil.
İnsan bedeni “üretim” zincirinden hemen hemen tümüyle çıkıyor.Petrol çok uzun olmayan bir gelecekte önemini yitirecek.Ama en önemlisi tarihte ilk kez bir “fikir “sahibi olmak, “mülk” sahibi olmaktan daha kârlı bir hale geldi.Bill Gates, sadece bir “buluş” yaparak, dünyanın en büyük şirketlerinden daha zengin oldu.“Facebook” diye bir site kurmayı düşünen genç çocuk, bir gecede petrol şeyhlerinden bile daha fazla parayı bankaya yatırdı.“Google”ın sahipleri, birçok devletin sahip olduğundan daha büyük bir mali yapıyı kontrol ediyor.İnsanın bedenini değil “aklını” kullandığı bir çağdayız.Bir fikre sahip olmak, bir ülkeye sahip olmaktan daha kârlı.Üstelik, insanın yerini alan “robotların” bu “yeni fikirlerin” denetiminde ürettiği mallar o kadar bol ve o kadar gelişmiş ki o malları alacak zengin ve gelişmiş alıcılara ihtiyaç var.Gidip birilerinin toprağına, malına, mülküne el koymak, onun fakir bırakmak, o malları satmak isteyenleri de fakirleştirecek.Onun için zengin ve üretken ülkeler, mallarını satabilmek için “zengin” alıcılar yaratmaya çalışıyorlar.Savaşla yok etmektense, barışla var etmek herkesin daha çok işine geliyor.İlk kez barış savaştan daha kârlı.Fikirlerin “mallardan” daha değerli olması “insanı”, zengin satıcıların zengin alıcılara ihtiyaç duyması da “barışı” kıymetli kılıyor artık.Onun için gelişmiş ülkeler “insan haklarına” çok önem veriyor.Onun için Avrupa ve Amerika’nın “petrolcülerle silahçıların” dışındaki kesimleri temsil eden kanadı “barışı” önemsiyor.İnsan ve barış, yeniçağın üstüne yerleştiği vazgeçilmez sütunlar.Gelecek bu iki sütunun üstünde yükseliyor.Ama hayat ve tarih, her yerde aynı anda değişmiyor.Değişim başlıyor ve sonra insanlık yavaş yavaş ona alışıp ayak uyduruyor.İngiltere’de kullanılan ilk dokuma makinelerinin başka toplumlara ulaşması da epey vakit almıştı.İnsanın ve barışın kıymetini anlamak da yavaşça ama kararlı bir şekilde yayılıyor dünyaya.

Ve biz henüz içinde bulunduğumuz dünyanın değişimlerini tam olarak algılamış bir toplum değiliz...."

Ahmet Altan/Taraf 24.02.2008

Salı, Şubat 26, 2008

saygılı bir insanım mütemadiyen

Sevgi, saygı diyorlar bir ilişkinin yürütülebilirliği için. Kendimle iyi geçinmem bundan olsa gerek, sevdiğim kadar saygılıyımdır da kendime. Arabaya binerken kapımı açıyor olmam, yemekte sandalyemi çekiyor olmam kendime olan saygımdan olsa gerek. Bundan önceki cümleyi saymazsak hayatımda bir defa "kendime duyduğum saygıdan dolayı.." benzeri bir cümle kurmuştum.

Başucu kitabım derki:"Şuna bakın, kibirliyim dememek için kendime olan saygımdan diyor." Uzun bir süre önce okurken altını çizdiğim bu cümleyi tekrar görünce aklıma geldi kendime olan saygım. İnsan kırgın ya da kızgın ya da şaşkın ya da d)hepsi olduğu zaman çok da sağlıklı düşünemeyebiliyor ve en zayıf noktasından yakalanıyor. Yani sözün közü, kibir kötü bir şey azizim, büyüklerin ulaşamayacağı yerlerde muhafaza edin.

ülke meseleleri

Okul benzeri bir yerdeyim, uzun koridorlar var, tipik korku filmi stüdyoları gibi. Çok önemli bir projeyi tamamlamış, formülasyonu flash diske atmışım.Tam binadan çıkacağım kötü adamlar okulu basıyor, siyah takım elbiseli ve siyah gözlüklüler(KGB ajanı tipi vardı daha çok)Sıkıştırdıkları her yerden bir şekilde kurtulmayı başarıyorum, o kadar mak gayvır izledik tabi, kapıyor insan az da olsa. Serpil abla var , karşı komşu bizim, öğretmen, odasına giriyorum ve verileri onun bilgisayarına kopyalayıp "bunları mutlaka Stratejik Araştırma Merkezine göndermelisin " diyorum, O da ne diyorsun Aslı, orası neresi demiyor, dese uyanıcam belki.
Ayak seslerinden odaya yaklaştıklarını anlayıp, koşarak terasa çıkıyorum. Tam denize atlayacakken(teras denize sıfır) alarm çalıyor, uyanıyorum. Çok şükür Allah'ım rüyaymış diyorum. Rus ajanlardan korktuğumdan değil, yüzme bilmiyorum.

*Ben rüyamı "Rusya'nın sıcak denizlere inme hayali halen devam etmekte, türkün türkten başka dostu yok" diye yorumladım, arkadaşım" üstün açık kalmış "dedi.

Alarmı on dakika öteledikten sonra tekrar dalmışım. O rüyadan hatırladığım tek bir cümle. Haberleri izliyorum , şöyle bir alt yazı geçiyor:" Liselere hukuk dersi alma zorunluluğu gündemde. Hukuk fakültesi mezunlarına öğretmenlik yolu açılıyor"

*Ben bu rüyayı görme nedenim olma ihtimaline karşılık bilinçaltıma inmeye çalışırken, arkadaşım "üstün çok açık kalmış, hasta olmasan bari" dedi.

Pazar, Şubat 24, 2008

itinayla para sayılır

- personel önlüğü
- masa aksesuarı
- 15x25...
- ...
- para sayma makinesi

Böyle yazıyordu bir tanidigimin(eskiden olsa arkadaşım derdim) açmayı planladığı işyerine ait eksikler listesinde. Ortada henüz faaliyete geçmiş bir tükan(okunduğu gibi yazılmaz), bir market, bir lokanta, bir sidici-dividici, bir bilgisayarcı, vs. yok, ama olsun listede para sayma makinesi var. Geriye de çok bir şey değil, üç nal ile at kalıyor. Evet böyle düşünüyorum, vizyonunun geniş olduğunu da aynı zamanda. Hatta "sen onlara bakma lütfen!Bu bahçede gül bitmez diyenler olacak, gül öyle yetiştirilmez böyle yetiştirilir diyenler olacak, sen kendine şunu soracaksın, ben burayı gül bahçesi yapmak istiyor muyum? Ben burada dünyanın en güzel güllerini yetiştirmek istiyor muyum? Eğer çok istiyorsan ne eline batan diken ne de söylenenler umurunda olacak.Anladın mı?

diyecek oldum, taksi şoförü kornaya bastı. Nerde kaldın be mübarek? Hayırlı olur umarım diyebildim sadece ve çıktım.
- nereye gidiyoruz?
- para sayma makinesi yazmış ya!
- nasıl?
- şey çapa, çapa'ya gidicez.

"ve kayığına bindi, yanına bir anlam aldı, açıldı..."
:p

Cumartesi, Şubat 23, 2008

güneş

" Neden tarih olarak 22 Şubat seçildi" tartışmaları süredursun, şehit sayısı 7 oldu bugünde. Bir günde.

Dünya tuhaf değil mi, çocuklar yetiştiriyoruz ölmesi için.

Cuma, Şubat 22, 2008

bakış acısı

Vakti zamanında "Ne kadar da yakın dün, yarın ne kadar uzak" ismiyle kaydetmişim bilgisayarıma. Hoşuma gitmiş olmalı. Bugün okudum da...Nasıl bir ifadedir ki bu? Kime yazılmışsa, sevgiliye, arkadaşa, anneye, babaya, bir gidene, dönmeyene...Yok yok bu cümleleri yazabilen insan olamaz ya.

Takviye:Yazıyı şu şarkının eşliğinde okursanız daha etkili oluyor. Ölüyorsunuz:)

"...
Yağmur...Düşmedi epeydir, yağmur, ben deniz kenarlarında susalı beri düşmüyor. Dün gece üşüdüm epey sonra. Ellerimi cebime soktum.Sırtım kazak, başım bere aradı; sıcak bir şeyler işte...Olmuyor..Seni dileyemiyorum...

Neye benziyorsundur şimdi sen. Sesine eşlik eden harflerin çıkışları değişmiştir belki. İzlediğin filmlerin kadrosu şimdilerde daha kalabalık olmalı. Artık daha gürültülü müzik dinliyormuşsun gibi geliyor bana. Okuduğun romanlarda aslında bana benzeyen bir karakter olmadığını yeni fark ediyorsundur sanırım.
...
Umarım yaşıyorsundur...
iyi ol ne olur!
..."

Çarşamba, Şubat 20, 2008

bakış açısı

- Reenkarnasyona inanıyor musun?

- Dünya giderek yok oluyor. Bir süre sonra ben olmayacağıma göre bu çocuklarımızın sorunu. Ama dünyaya geri dönersem bu benim de sorunum olur.

- İnanmıyorsun yani?

- Bir bakıma ölüp kurtulmak dünya için en doğru teşhis olmalı.


müzelik olasım var

"..sonra eve döndüm, ömrümü uzatmak için biraz şiir çalıştım." diyordu.Bugün bunu düşündüm. Düşünüşler düşüşlerden evvel olmalı deyip düşünüyorum bazen, düşünmediğim zaman da düşmem gerekiyor sanırım.Düşünüşmüş, düşüşmüş.. Ne kadar da bana ait değil.Çok güzel özlü söz yapamam belki ama tadından yenmez alıntılar yapar oraya buraya bkz. verebilirim. Boşluklara çiçek böcek çizmek dışında yaptığım en iyi şeylerden biri olabilir bu. Hatta bütün bloğu, cam çerçeve kapı pencere ve tüm yazılarıyla birlikte başka yerden kopyalayıp altta sadece dip not göstererek içimi rahatlattıktan sonra kendime atıfta bile bulunabilirim; dipnotted by aslıhan. O kadarım.

Bir şeyler yazmak ve insanın ömrünü uzatması...Yokluğumda ." muhterem şeftali ve türevlerini çok severdi, en son .. ile gitmiştim buraya, ayy bu şarkıya/şiire de bayılırdı" der canım eşim dostum, hatırlanır mutlu olurum. Ama yabancı birisi de çıkıp "biliyorum bu ismi, bir kaç eserini okumuştum( hadi eserden geçtim ), blogu vardı, yazardı" demez yani. Niye desinki zaten. Ben olsam ben de demem, ölsem demem.
Niye böyle bir yazı yazdım? Uykusuzluktan etrafta garip nesneler görmeye başlamama rağmen pisiyayı kapatıp yatağa kadar yürüyecek olmamı(yaklaşık 73cm) geciktirme duygusu sebep olabilir. Evet iflah olmaz bir tembelim ya da yaşlanmış olabilirim.
Yaşlandım ey halkım, unutma beni!

""Çok marifettin, hemen de notlarının arasından konuya ilişkin bir kaç dize bulur ve yazar. Evet not tutuyor kendisi, nytimes okuyup, klasik müzik de dinliyor:p""


"...
ne kalır ne kalır
tuz gibi susayan, nane gibi yayılan
dokuzu unutulmus on yüz mu kalır
onu da unutulmuş bir şiir belki kalır
on çizik, on çizik, on dudak izi
aşklardan sevgilerden
suya yeni indirilmiş bir kayık gibi
akıp geçmişsem, gidip gelmişsem
bir de bu kalır.

ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır
asıl bu kalır.

on yerde adım geçse geçmese
dağlardan tepelerden inen bir düzlüktüm, anlaşılır

..."

edip cansever/sonrası kalır'dan(Allah uzun ömür vermesin mi şimdi?Versin.)

Peki benden ne kalır? Baki kalan gökkubbede hoş bir seda?

Salı, Şubat 19, 2008

bugün size kardanadam yaptım.

Tamam biraz sola kayık ve şaşı olabilir ama ben burda mükemmel olmak yakışmıyor insana mesajı vermek istedim. İyki varsın ya.



Başörtüsü nasıl olmuş? Renk seçimi tamamen bana ait. Şapka çizemedim, eşarp çizdim. Küçükken de şapka bulamayınca eşarp takardım. Burda mesaj falan yok, öylesine.Kulakları üşümesin diye. Yani herkes öyle bilsin, aslında ben inandığından dolayı başını örten bir kardanhanım çizdim. Şaka ya şaka. Olur mu hiç, kendisi gayet laik demokratik cumhuriyet ilkeleri.....bağlı bir kişidir. Zaten farkındaysanız ninelerimiz gibi bağlamış. Bayıldım buna, öpücem. Yalnız başörtüsü çizeceğim derken kalan kısmı açıkta bırakmışım. Neyse sorun değil, başını hizaya getirdik ya böyle de o kamu senin bu kamu benim dolaşabilir. Burda mesaj var.


On dakika sonra gelen daha neler editi: ahaha yok artık ya, gerçekten tüm yaşananların bir film olduğu fikrine şiddetle inanmak istiyorum.
Burdan çıktıktan sonra haberlere uğradım. Yukardaki yazımı girerken birileri böyle bir şey yapar mı, "saçmalama ben" diye geçirmiştim içimden. Yapmışlar (dehşetli gözlerle bakan msn smileyı olacak burda). Yilin haberi ve haberciliği dedikleri şey böyle bir şey olsa gerek. İrtica her yeri sardi öyle böyle değil. Çekin kirli ellerinizi temiz kardanadamlarımızın üzerinden.ayahahauajlsdsksfkdsjfldsjş. F. Çekirge sen beni güldürdün, hop hop hopla zıp zıp zıpla e mi?
İzlenimlerde de işlenmiş konu.

Pazartesi, Şubat 18, 2008

benim için küçük insanlık için büyük bir adım


Her tarafa çiçek çizesim var, rss okuyucusunu kullanmayı öğrendim. Öğrenmesem de çizebilirdim. Nitekim mütebessim bir papatya çizdim.
Rss diyordum öğrendim diyordum. Bunun bilinçli bir öğrenme şeklinde değil de tamamen tesadüfi (ecnebiler serendipity diyor sanırım buna) tezahür ettiği bilgisi bir sonraki cümleyle birlikte alındığında daha anlamlı olacak. Bilgisayar bilgisi internete bağlanmak seviyesinde olan ben ve türk bilişim dünyası adına sevinilebilir bir gelişme.

Yalnız psikolojide algıda suçluluk diye bir şey yoksa, artık var. Rss için indirdiğim program olan feedreader' ı freerider( sosyal bilimlerde çaba göstermeden başkasının uğraşından istifa eden insanlar için kullanılıyor) şeklinde okudum. İçimden dedim, dışımdan da diyebilirdim, "tamam bir iyilik yapmışsınız bu programı yazmakla ama bu kadar da insanın yüzüne vurulmazki beleşçi falan". Neyse ki m. ali birand'lı kanal d haberi bu akşam izleyememiş olmanın yarattığı yan etki kısa süreliymiş de çok geçmeden farkettim gerçeği. Basılması yasak olmayan çimlere basmak gibi bir duygu.( nasıl rahat nasıl hafif diyor hıncal uluç buna)

Zamandan kazanmak gibi müthiş bir faydanın yanısıra takip ettiğim bir çok sayfayı derli toplu olarak gözümün önünde tutmak , düzen konusunda obsesif olan beni nasıl mest etti anlatamam
( annem deli diyor sanırım bana). evet,her yanım tuz, deliyim.

Sırada html var. Ardından bir an gelecek tüm bunları tebessümle okuyacağım. Tahminimce o an Bill'le golf oynamadan önce "bir kahveye ne dersin molası" olur.

Gelişim seyrimdeki bu küçük sıçramaların süreklilik kazanması temennisiyle... (japonlar kaizen diyor sanırım buna:p)

Blogger durumu : (dışarda)
Blogger iletisi : kar topu oynamaya gitti, yalnızlığı size emanet!

Bu şarkı burada harcanmazdı ya neyse... Ben ne zaman şarkıları youtube'a atıf yapmadan yatay bir çubuk şeklinde(gülmeyin, adı neyse işte:) burada dinletebileceğim, merak içersindeyim doğrusu.

Pazar, Şubat 17, 2008

baş döngüsü, dünya tutkusu

- başım dönüyor, iyi değilim
- dünya tutmuştur.

"HER ŞEYİN başladığı bir an var mı? her şey böyle başlamıştı cümlesini gönül rahatlığıyla kurabileceği bir an, bir anı, bir hayal,..."*

- ilaç alsam geçer mi?
- ağlarsan geçer.

"...
cinnet modern
bizi zihnin müstemlekesi kılan
cinnet modern
bizi gümüş kaşıklardan alıkoyan
kalan yalnızlık vardır artık akşamlardan
televizyon yalnızlığı, renk yalnızlığı, insan
şiir çekilmektedir köhnemiş rüyalarımızdan
geveze ve umutsuz, şizofren ve unutkan
..."**

- istanbul'da kar var.
- üşüyorsun ceketimi al, günün en güzel..
- sus artık, iyi geceler.
- ne zaman ihtiyacın olursa biliyorsun. şunu dinle giderken. biraz arabesk iyi gelir.