Pazartesi, Mart 10, 2008

arda boylarında

İki yıldan fazla olmuştu görüşmeyeli. Eskimeyen bir dostu yeniden görmenin verdiği dayanılabilir bir hafiflikle başladı haftasonu. Buram buram naftalin(*) kokulu bir muhabbetin içinde bulduk kendimizi. Cumartesi'den beklemezdim böyle bir hoşluk, henüz kendi adı olmayan bir gün olduğu için değil elbette. Sağolsun.

Pazar sabah yollara düştüğümde İstanbul henüz uykudaydı. Neymiş sabah erkenden buluşulup göl kenarında kahvaltı yapmaya, ordan yürüyüşe, ordan...ya gidilecekmiş. Sebep?Ahh ben biliyordum sbh yataktan çıkmayıp "siz kaçın ben onları oyalarım" diye mesaj atıp telefonu kapamayı ama evin basılma ve yataktan sürüklenme ihtimalimi düşününce pek cazip gelmedi bu fikir.Sabahın köründen daha kör bir saatte- yatış saatimden az sonraya tekabul ediyor- uyanmaya alışkın olmayan ben, bir ilki başarıp durağa kadar gözlerim kapalı gittim desem..Gerçek bu. Tramvayın sesine gözümü açmasam artık nereye kadar yürürdüm bilmem.

Anadolu köyü konseptinde hazırlanan yerde eşeğin üstüne ne işi olduğunu anlayamadığım Meksika dolaylarından olduğunu düşündüğüm heykel ve "uygunsuz oturmak yasaktır" yazısının yarattığı acaba ben ne kadar uygunum tedirginliği dışında oldukça makuldu herşey.Ha bir de mekan değişiklikleri esnasında sıkça kayboluşlarımız vardı ki üstün yön duygum yetişti imdada.Hahaha.

Günün hatırası: Kızarmış, yanan ve muhtemelen yarın soyulacak olan bir adet burun, en sevdiğim burnum. Demekki güneş gözlüğü sadece gözleri koruyormuş, burna bir faydası yokmuş. Güneşe karşı otururken arada bir saate bakmak gerekiyormuş. Zaman çok çabuk geçiyormuş.

Günün milletin derdi beni gerdisi: Çocuk, sahilde tehlikenin farkında olmadan oynamakta ve giderek kıyıya yaklaşmaktadır.Denize düşmesi an meselesi.Anne hiç istifini bozmaz, yerinden kalkmaz ve karşıdan seslenir: Mert dikkat et oğlum üstün ıslanır!
Üstü mü ıslanır?

(*)Naftalin
ki güvelere karşı kullandığı
kimyasal silahıdır
anıların/Sunay Akın