Çarşamba, Mayıs 28, 2008

PİTİTİ(posta-internet-telefon-internet-telgraf-internet)

PTT 'den aldığımız habere göre:
"internet ve elektronik posta kullanımının artmasıyla birlikte son yıllarda unutulmaya yüz tutan ve çok eski bir maziye sahip olan telgraf hizmeti, PTT Genel Müdürlüğü’nce "Telgraf çekmek hiç bu kadar kolay ve renkli olmamıştı" sloganıyla telgraf yollamak isteyenlere hızlı ve kolay bir olanak sağlanıyor. Telgraf çekmek hiç bu kadar kolay ve renkli olmamıştı" sloganıyla hayata geçirilen "e-Telgraf" projesi sayesinde "www.ptt.gov.tr" adresini ziyaret edenlerin sevenlerine telgraf yollayabilecekler."

:)
(:(:
:):):)

Pazartesi, Mayıs 26, 2008

işte bu!

Buldum buldum!...

Hani o haber vardı ya, hatırlayacaksınız; TBMM üyelerinin, tâ 23 Nisan1920'den başlayarak bugüne kadar kaç para (daha doğrusu kaç Ton Reşat altını) aldıklarına, daha doğrusu "ezdiklerine" dair o muhteşem iktisat tarihi araştırmasından bahsetmiştim size.
O haberi alın, bu günlerde havalarda uçuşmakta olan bildiri curnatasının (bıldırcın bereketi!) üzerine vurun, bakalım ne mânâ çıkacak?
Diyor ki, "bakın bunlara seksen küsür senedir tonla altın verdik, netice sıfır; hâlâ burunlarının dikine gidip, 'çoğunluk bizde' diyerek laikliğin cildini tahriş eden saçma kanunlar çıkarıyorlar; engelleyemiyoruz. İnsan bir büyüklerine sorar, vb..."


Lâfı uzatmadan meselenin kalbine iniyorum.
Bu akıl yürütme tarzının isabetinden şüphe etmiyorum; bu ülkenin yasama faaliyetleri, 'seçimle geldim' diye böbürlenen 550, pardon 340 kişiye bırakılamaz. Seçilme şartlarına bakın hele bir; elini kolunu sallayan vekil seçilebiliyor. Olmaz, olabilemez.


Ne yani, bizim de bir Meclisimiz olmasın mı demeye getirmekteyim? Hâşâ! Meclis olsun, en azından ele güne karşı lâzım oluyor. Burada mesele, Meclise kimlerin seçilmesi (veya atanması) gerektiğidir.
Çaktırmadan düzen değişikliğine gittiğini zanneden, kanun yapma gücüyle dilediği düzenlemeyi yaparak ülkeyi ortaçağ karanlığına götürürken öteki eliyle de çalıp çırpmaktan geri durmayan bu bednam oluşumu engellemek için, meclise nasıl kişiler atamalıyız?
Bakınız, yüksek yargı kurumlarından emekli olanlar, en verimli oldukları çağda işi bırakıp ortalıktan çekiliyorlar; böyle şey olmaz. Yüksek yargı emeklilerine yeni Meclis'in üçte birini kontenjan olarak tahsis ediyor ve itiraz istemiyorum. Her dönem kimlerin seçileceğine Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu karar verir, olur biter.


Kaldı üçte iki: Bu miktarın yarısını Yüksek komuta heyetinin emeklilerine tahsis ediyorum. Listeyi Yüksek Askeri Şûra yapsın. İtirazı olan?.. Güzel. Kaldı üçte bir. Üçte birin yarısını emekli öğretim üyelerine ayırıyorum ama bunlar arasında iyi bir eleme yapılmalı. 12 Eylül'den sonra Üniversitelerde önüne gelen öğretim üyesi yapıldı. Bu konuda kararı eski YÖK başkanlarından ve demokratik (!) eğitim sendikaları başkanlarından oluşacak bir komiteye bırakıyorum. Nasıl?..
Ne kaldı geriye? Yargı tamam, ordu tamam, ilerici üniversite hocaları da tamam. Hah; geriye kaldı demokratik sivil (!) toplum kurumlarının yöneticileri. Bu kişileri nasıl belirleyeceğiz? Kolay: Vatan, Hürriyet gibi gazetelerin web sitesine anket linki koyarız, en çok tıklananlardan başlayarak kontenjanı doldururuz. Okey mi; okey!


Bu memleketin ilerici ve demokrat kesimlerine sesleniyorum; böyle bir meclis, Laik ve aydınlatılmış Türkiye için hayırlı olur mu olmaz mı?
Bir defa ülkenin bütün dinamikleriyle doğrudan bağlantıya geçilerek saçma-sapan kanunların çıkarılması kontrol altına alınmış olur; sâniyen, bunca yıllık mesleki tecrübe ve eylem halindeki yurt sevgisi dinamiklik ve dirimsellik kazanır. Sâlisen, anayasal yargıya felan lüzum kalmaz, hatta anayasaya bile hâcet kalmaz diyeceğim ama demiyorum. Râbian, seçim masraflarından iktisat. Hâmisen... bir dakika yahu, Meclis'e çekidüzen verelim derken hükümeti unuttuk!
Bu hususta iki teklifim var. İlki şu: Danıştay yürütme erkini üstlensin; Sayıştay, Danıştay'ı mâli disiplin bakımından denetlerken Anayasa Mahkemesi de Yargıtay'ı kolaçan etsin (bkz. "Buldum, buldum-1"). İkinci teklifim daha güzel ve nostaljik unsurlar taşıyor; buna göre hükümeti kurma görevini CHP'ye veriyorum. Deniz Baykal kayd-ı hayat şartıyla başvekil, Önder Sav Diyanetten sorumsuz devlet bakanı olsun. CHP'yi Meclis denetlesin.


Çok değil, üç senede Üçüncü Dünya ülkesi olmazsak, yakarız bu gezegeni biz!

a. turan alkan

hahaha süperrrr.yakarızzzzzzzzzzzzz

yakarız dedim de aklıma düştü,
kertenkelem öldü.
sizin hiç kertenkeleniz öldü mü?
benim öldü.
şok oldum.

of not being..

...

herşey çok yetersiz senin için
herşey sana çok fazla
ayıklarsan ayık durabiliyorsun
aranı açıyorsun kendinle
eşyayı araladıkça
uyanmanın bedeli serapları fedadır
uykuyu tadayım dersen
kâbusa dalmak pahasına.
Tarihe dersini vermen gerek
yoldan ayrılamazsın
yediremezsin sokulmayı kendine
tabiatın apışaralarına
ne yıkılmış bir tapınağın suskunluğu
durdurabiliyor seni
ne gürültülü bir havra.
Yükün ağır.
He's so heavy
just because he's your brother.
Kardeşlerin pogrom sana.
Dostlarının eşiğine varınca başlıyor
senin diasporan.
Herkesin bahanesi var, senin yok
günahlı bir gölgenin serinliğinde
biraz bekleyebilirsin, daha sonra
burada kalamazsın, başa dönemezsin
ama dön
Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!
Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!
Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!

ismet özel

Çarşamba, Mayıs 21, 2008

national geographic

bir haftayı aşkındır bir kertenkeleyle birlikte yaşıyorum odamda.
pencereden girmiş olmalı.
yoo ormanda değil, gayet de şehrin ortasında yaşıyorum esasen.
neyse zaten evcil bir şeye benziyor, lerzan mutluyken o da mutlu misal.
hissettim bunu.tv kapanınca durgunlaşıyor.
normalde amuda kalkıp dolaşıyor da evde.
alıştım da varlığına.
eve girer girmez "kertenkelemi gören oldu mu"diye soruyorum hemen.
özlüyor insan bi yerde.
isim de koydum ona.
ancak bir kaç gündür gözükmüyor ortalıkta.
sanırım kitaplığımın altında ya da kitaplarımın içinde.
kurumasa bari.
bu bilgiyi neden paylaşıyorum peki.
kısmetse kısa bir süre sonra taşınacağım da.
kitapların falan kolilenmesi lazım.
şöyle ki,
yaa korkuyorummm işteeeeeeeeeee:S

Pazartesi, Mayıs 19, 2008

etkisiz eleman

yokluğu daha az zor olmaz ki hiç olmayınca.
ama "hiç" olunca çok zor olur.

Pazar, Mayıs 18, 2008

şuursuz

kitaplıktan bilgisayar monitörünün sol üst köşesine doğru sarkan ipi mouse kullanarak itmeye çalışırken buldum kendimi.
olmadı, itemedim.
denemeyin boşuna.
gerçekten.

Perşembe, Mayıs 15, 2008

üstü kalsın

Bugün öğrendim ki, diğer bütün borçlarıma bir de uyku borcu eklenmiş. Krediler, kredi kartları vesaire derken her gerçek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gibi borç içinde yüzüyorum. Ancak bugüne kadar hiç uyku borcum olduğunu düşünmemiştim.
Sabah uyku borcu tahsilat müdürlüğünden kapıya dayandılar. "Bizdeki kayıtlara göre geçen yıllara ait uyunmamış 3200 saat için müdürlüğümüze borcunuz var. Hemen zıbarıp uyuyun." dediler! Eğer geçmişte uyumadığım uykuları uyumazsam ileride bir sürü sıkıntı çekecekmişim. Beynimi sis kaplayacak, görüşüm azalacak, hafızam zayıflayacakmış. Uyku borcumu ödemezsem ilerleyen yıllarda kalbim de tekleyebilirmiş...
Uyku borcumu taksitle ödemek istediysem de kabul etmediler. "Her gün bir saat fazla uyusam" dedim. Olmaz dediler. İlk önce uzun bir tatil yapıp, bol bol uyumalıymışım. Vücudum ancak bundan sonra tekrar dengeye gelip doğal uyku düzenine yakınsayabilirmiş. Sizin anlayacağınız uyku borcumuz biriktiyse bir an önce kendimize bol bol uyuyacak bir zaman ayırmamız gereliyormuş. Ancak ondan sonra kalan borcu taksitlendirebiliyorlarmış.
Google'dan baktım. Uyku borcu tahsilat müdürlüğü, vücudumuzun içinde bir yerdeymiş. Yani aslında kendimize borçlanıyormuşuz az uyuyarak. Borcumuzu ödemediğimizde de içeriden sıkı ceza kesiyormuş vücut. Bir teoriye göre günde kaç saat uyumamız gerektiği genlerimiz tarafından belirleniyormuş. Kimimize 8 saat uyku yeterken kimimiz 6 saat uykuyla yetinebiliyormuş. İşte genlerimizin belirlediği bu uyku limitinin altında uyuduğumuzda borçlanıyormuşuz ve vücudumuza ciddi zararlar vermeye başlıyormuşuz.
Yıllardır az uyku ve bol kahve ile yaşayan biri olarak bu uyku borcu meselesini öğrenmek beni pek sevindirmedi doğrusu. Üstelik gelecek günlerde de borcumu ödeyebileceğimi sanmıyorum. Umarım genetik kodum beni 5-6 saat uykuya programlamıştır...

(Gen mühendisleri odası uyuyor mu?)

*NEA

Borcumu ödemek istiyorum bu aralar, fazlasıyla hem de, üstü de kalsın nolur.

hamiline not

"Gayri Safi Milli Hasıla, aslında insanlara “Sen kaç paralık adamsın, ulan?” demenin bilimselleştirilmiş karşılığıdır."
kiralık dairelere bakarken aklıma neden bu cümle geldi bilmiyorum.

edit: ben sildim.ben sildim.

Pazartesi, Mayıs 05, 2008

ruhun OHAL'i

"ay benim bir bloğum vardı,
unuttum,
gideyim de bir şeyler karalayım"
diyerek blog yazarı olunmaz.
peki ne olunur?
aşık bir blog yazarı olunur.
ama ben hiç tasvip etmem öyle şeyleri. burdan da etmiyorum hatta bir kez daha, tasvip yani, etmiyorum.ne oldu elime mi yapıştı etmedim de. yoo gayet de güzel etmedim, tasvip.tas-v.i.p. diye ayırıp bunun üstüne espri yapan arkadaşları da tasvip etmiyorum hiç.ıykkk ıykk. yere batan sarnıcına girerken, yerin dibine geçmek için bir de para mı vereceğiz düzeyinde espriler bekliyorum kendilerinden.
lütfen, kırmayım kalbinizi.
kırmam zaten ben.kırsam da görmez kimse.
kalp kırılınca bakan herkes göremeyebiliyor.
tabi,zaten kol kırılır kalp içinde kalır.
ayrıca kalp kalbeee kağarşıı derlerrrrr...
ay şaka şaka.
bi de şu şarkı var.
benim değil.

Perşembe, Mayıs 01, 2008